“GAP’ta 10 Yıllık Birikim“Sergisi’nin çalışmaları 1999’un sonunda henüz bitmişti. Tüm dünya İsa’nın doğumunun iki bininci yılını kutlamaya hazırlanırken Türkiye’de de “İnanç Turizmi“ sloganıyla pek çok hazırlık yapılıyordu. O tarihte, AFSAD 11 yıla yayılmış farklı temalar içeren projeleriyle Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni ele almış, altı sergi gerçekleştirmiş, hem Bölge’yi ve insanlarını yakından tanıma hem de, Bölge dinamiklerini gözlemleme şansını yakalamıştı. Bütün bu çalışmalar sırasında Bölge’deki inanç ve inanışçeşitliliği gerçekten çok ilgi çekiciydi. “İnanç Turizmi“ sloganın doğurduğu bir fikir olarak, AFSADda inançlar ve inanışlarıyla Bölge’yi yeniden ele alabilirdi. Düşüncemi önce o dönem Başkanlığını Alparslan Aydın’ın yürüttüğü AFSAD Yönetim Kurulu’yla, sonra da GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı yetkilileriyle paylaştım. Ardından Haziran 2000’de çalışmalarımız başladı.
İnanç...İnsanın en özel, en hassas, en dokunulmaz duygu ve yaşam dünyası... Bu dünyaya yaklaşmak, üzerinde karşılıklı birkaç söz söylemek bile çok zorken, bir de fotoğraflamak!.. Bölge’de o yıllarda yaşanan genel tedirginlik ve hassasiyetse ayrı bir etken.
Yine de yola çıktık.
Konu inanç ve inanışlar olunca, izlenecek yöntem de o güne dek yapılmış tüm projelerde benimsenenden farklı olmak zorundaydı. İlk iş; daha önce Bölge’de yapılmış projelerde görev almış, deneyimli üyelerimizden çekirdek ekibin kurulmasıydı. Sonra, dokuz hafta süreyle sözlü ve yazılı kaynak araştırma, bilgi edinme, bilgiyi özümseme uğraşlarına koşut araştırmaların, edinilen bilgilerin değerlendirildiği pek çok toplantı yaptık. Kaynak araştırmaları için Türk Tarih Vakfı’yla da iletişim kurmuştuk. Türk Tarih Vakfı’nın “Dinler-Cemaat-Aşiret, Mardin“ adlı kitabı Ağustos 2000’de yayınladı. Şanslıydık! Çünküönceden haberdar olmuş, kitap yazarlarıyla tanışmıştık bile. Yazarlardan Suavi Aydın, Süha Ünsal, Oktay Özel ile “Hayata Karışan Fırat Fırat’a Karışan Hayat“ adlı projede birlikte çalıştığımız Oya Açıkalın Rashem toplantılarımıza birkaç kez katılmış, Sosyolog Doç. Dr. Rashem, Sosyal Antropolog Prof. Dr. Aydın ve Tarihçi Ünsal proje danışmanı olmuş ve projenin ikinci adımını oluşturacak temel atılmıştı. Böylece ülkemizde belki de ilk kez bir belgesel fotoğrafik proje, oluşum aşamasından başlayarak uzmanların eşlik ve katkılarıyla yürütülecekti.
İlk aşamanın son işi GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı’na resmi başvurmaktı -ki, 1 Ağustos 2000’de gerçekleşti.
Proje’nin ikinci ayağı alan araştırmasıydı. Bölge’de inanç gruplarının belirlenmesi, bu gruplardan kişilerle iletişim kurulması; çekim mekanlarının incelenmesi; bu mekanlardaki insanlarla ilişki kurulması; farklı inançlar için özel günlerin öğrenilmesi; çekim planının oluşturulması, ana başlıklardı. İçinde benim de bulunduğum araştırma ekibi; Özcan Yurdalan ve Bölge’yle ilgili deneyimlerini yerinde aktaracak, iletişim kurmamızı sağlayacak üç danışmandan oluşuyordu. Yolculuk 30 Kasım 2000’de başladı. Gaziantep ve Şanlıurfa’da, Suavi Aydın; Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman ve Diyarbakır’da, Özcan Yurdalan; Diyarbakır, Mardin ve Şırnak’ta Süha Ünsal’ın eşliğinde, Oya Açıkalın Rashem’le ben de yukarıdaki illere ek olarak Batman, Siirt ve yeniden Şanlıurfa olmak üzere, 18 Aralık 2000’e kadar birlikte çalışmalarımızı sürdürdük (bu araştırmaya Kilis’i dahil edememiştik). Tanıdıklarla kurulan bağlantıların yanı sıra bazı yerlerde yeni kapılar açılmış, farklı gruplardan insanlara ulaşmayı başarmıştık. Amacımızı ve hedefimizi tanıştığımız herkese uzun uzun anlattık. Sanılmasın ki hemen herkesce kabul gördük! Zaman içinde, bazı kapıları defalarca çaldık. Bazen evlerinde konuk olduk, hatta konakladık kimi zaman! Dostluklar büyüdü gide gele. Yine de ibadetleriyle ilgili, bugünlere dek tek bir kare fotoğraf alamadık bazen... Öte yandan alan araştırması sırasında fotoğraf çekimi düşünülmemişti; ama hem Yurdalan hem de ben kişisel önlem alıp, bol miktarda filmle yola çıkmıştık. İyi ki öyle yapmışız! Bazıçekimler yalnızca bu sırada yapılabildi.
Rashem’le her gece tuttuğumuz rapor ve yaptığımız değerlendirme, projenin başlayabileceği umudunu büyütüyordu büyütmesine, ama hala kalın bir sis tabakasının içindeydik! Uzun vadeli iş akışı planlamak ve bir bitiş tarihi öngörmek olanaksızdı. Başlasak bile, belki de proje hiç sonuçlanamayabilirdi. Her şey çeperin ne kadar genişleyebileceğine, insanların bize neyi, ne kadar aktaracağına, nasıl paylaşacağına, bizim de bunları ne kadar içselleştirip nasıl alacağımıza çok bağlıydı.
İletişimde, tarafsızlık-samimiyet-dürüstlük’ten oluşan tek anahtarımız vardı.
Araştırma olumlu görüşle sonuçlanırsa ilk çekim için, çekim ekiplerinin birkaç gün içinde belirlenmesi, çekim programlarının oluşturulması ve GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı’yla yeni yazışmalar yapılması gerekiyordu, çünkü Yaldo (Noel) Bayramı’yla (25 Aralık) Ramazan Bayramı (27 Aralık) 2000’in bir birini izleyen son günlerindeydi. Önümüzde, kaçırılmaması gereken çok önemli bir fırsat vardı.
Her iki kuruma olumlu görüş bildiren raporlar sunuldu. Başlangıçta, her inanç grubuyla sürekli çalışacak, farklı ekipler planlanmıştı, ama bütçeyi aşırı büyüten bu yaklaşım kabul görmedi, yerine; ilişkilerin sürekliliğini sağlamak üzere, her çekime bizzat benim eşlik etmemi gerektiren yöntemde uzlaşıldı. Böylece üçüncü aşamaya şu ilke, yaklaşımlar ve hedefle adım attık:
“Güneydoğu Anadolu’da İnançlar, İnanışlar Projesi; geçmişi ve bugünü geleceğe fotoğraflarla taşımak; varsa değişimin öyküsünü anlatmak üzere, etik değerlere ve inanç sahiplerine zarar vermemeyi en temel ilke edinerek, Bölge’de varolan farklı inançların, inanışların kültürel, sosyo-ekonomik etkilerinin; kaybolan ya da kaybolmaya yüz tutmuş değerlerinin; gelenek ve göreneklerinin irdelendiği bir çalışmadır. İnanç ve inanışların hem her grubun kendi içinde, hem de farklı olanlarla etkileşimlerinin ve etkilenişlerinin belli bir süre aralığındaki en tarafsız kesitini; kişilere, hak ve özgürlüklere zarar verecek, çıkarcı ya da kurgusal bir anlayışa izin vermeksizin üretme çabasındadır.
Bu ilke ışığında Proje’de bulunmayı kabul eden her fotoğrafçı, aşağıdaki çalışma yaklaşımına uygun davranmayı da kabul eder:
Kurulmuş bağlantıların zarar görmesine neden olacak davranış ve kişisel tartışmalara girilmez.
İnsanın dahil olduğu olduğu bütün çekimlerde, tümüyle ya da kısmen, hatta yüzü görünmez, tanınmaz olsa bile görüntülenmeye izin vermeyen hiç kimsenin fotoğrafıçekilemez, istediği fotoğrafı elde etmek için hiç kimse yönlendirilemez, zorlanamaz.
Özellikle ibadetler sırasında oluşan ruhani ortamı etkileyecek, doğallığı bozacak, insanların ilgisini dağıtacak, ilgiyi kendi üzerine çekecek davranışlarda bulunulamaz.
İbadet mekanlarında, ibadet sırasında, önceden izin alarak onaylanmamış alanlarda çekim yapmak için ısrar edilemez.
Bütün çekimler, bulunulan ortamın doğal ışığında, dikkati en az çekecek malzemeyle (gerekli değilse tripod bile kullanılmadan) yapılır.
Bu çalışma kapsamında üretilmiş fotoğraflar Proje sonlanıncaya ya da aksi duyuruluncaya kadar proje yürütücüsünün ve AFSAD Yönetim Kurulu’nun izni ve onayı olmadan kullanılamaz.“
“AFSAD açısından, Güneydoğu Anadolu Projeleri’nin tek hedefi oldu: Geniş bir spektrumda kalıcı, güvenilir, tarafsız görsel belgeler oluşturmak, yalnızca bugüne değil, geleceğe geçmişi taşıyacak basılı, uluslararası erişilebilir kaynak yaratmak.“
Çekimler iki türlü gerçekleşti. İlki; bayramlar gibi zamanı bilinen günlerde, önceden haberleşmek koşuluyla Bölge’de bulunup çekim yapmak ki, bu görece kolaydı. İkincisi; zamanıönceden bilinmeyen ve ancak davet edilirsek katılabileceğimiz ritüel, tören ya da etkinlikleri içeriyordu ki, işte Proje’nin bu bölümü gerçekten zaman kaybettiriyordu. Bölge’ye her gidişimizde katılmak istediğimiz törenleri tanıdıklarımıza sayıp döküyorduk. Yine de; “Aaa, keşke iki gün önce gelseydiniz düğün vardı, kaçırdınız!“ benzeri tümceler duymak, “Eee!.. Ama haber verecektiniz!“şeklinde yanıtlamak, bir süre sonra olağan konuşmalara dönüştü. Hiç davet edilmediğimizi söylemek büyük haksızlık olur. Bazen Ankara’da yaşadığımızı unutup, birkaç saat sonra ya da akşama yapılacak törenlere de davet aldık. Hepimizin profesyonel iş yaşantısı farklı alanlardaydı. Böyle davetlere katılabilmek için karşılıklı uyumunun yaşandığı zamanlar da olmasaydı, proje çalışmaları hala sürüyor olabilirdi...
GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı Mart 2002’den sonra çeşitli nedenlerle projeden çekilmek zorunda kaldı. Bundan sonra Proje kısmen sekteye uğradı. Ancak çekimler istediğimiz ölçüde tamamlanamamışken, Bölge halkı bize ısınmışken, daha da önemlisi fotoğraflarıçekilen insanlara verdiğimiz sergi ve albüm sözünü yerine getirememişken Proje’nin sonlandırılmasını, toplumsal sorumluluğumuza aykırı buluyorduk. Gülser Günaydın Başkanlığındaki AFSAD Yönetim Kurulları’nın da çalışmanın sürdürülmesine ilişkin moral desteğiyle yolumuza devam ettik. Bu şu anlama geliyordu. “Fotoğrafçılar bütün masraflarını kendileri karşılayarak Bölge’de çalışabilir.“ Biz de öyle yaptık. Aldığımız çağrılara katılmayı sürdürdük. Tatil fırsatlarını Bölge’de değerlendirmeye çalıştık. Böyle çalışanlar sayıca pek azdı. Zaman hızla akıyor, arzuladığımız düzeye bir türlü gelemiyorduk. Hem eksik kalmışçekimlerin tamamlanması, hem de verilen sergi ve albüm sözünün yerine getirilebilmesi için 2004’te sponsor arayışlarına başladık. Önce GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı’na yeniden başvurduk, ancak yanıt alamadık. AB’ye, ardından ATO’ya başvurduk. AB’den yanıt kısa zamanda geldi. Proje neredeyse tamamlanmış gibi algılanmış, bu yüzden reddedilmişti. Başlangıçta büyük ilgi görmüşsek de ATO’nun resmi yanıtı bize hala ulaşmış değil... 2006’da AFSAD’ın bitmiş ama albümü yapılamamış, devam eden ve yeni hazırlanmış fotoğraf projeleri önerilerinden oluşan iri bir dosya ile İstanbul’da bütün büyük sponsorluk ajanslarının ve sanata desteğiyle ünlü büyük bankaların kapısınıçaldık. İlgiyle karşılanıyor, projelerle ilgili övgüler duyuyor, incelenmek üzere dosya bırakıyorduk. O sırada AFSAD’da yönetim değişti. AFSAD’ın yeni Yönetim Kurulu Başkanı Gökhan Demirer, ben de kabul edersem Projeyi bir sergi açarak sonlandırma isteğinde olduğunu dile getirdi. Bu öneriyi kabul edebilirdim, ama bir yanda Bölge insanlarına verilip yerine getirilememiş sözlerin vicdani baskısı, öte yanda henüz yaptığımız başvuruların olumlu karşılanabilir olasılığı biraz daha beklemenin iyi olacağını söylüyordu.
Yürütücüsü olarak yükümlülüğüm hem fotoğrafçılara karşı hem de Bölge insanına karşı büyüyor, bir yandan da yöneltilen eleştirilerin dozajı giderek artıyordu. Yine de ilk hedefimize ulaşmak isteğinden vazgeçemiyordum. Daha ilk günden biliyorduk ki, bu proje belki de hiç bitmeyebilirdi. Dahası iyi bir iş olamayacaksa hiç olmayabilirdi. Bu arada fırsat buldukça çekimler sürdü.
Mustafa Ertekin Başkanlığındaki 36. Dönem AFSAD Yönetim Kurulu’nun girişimi T.C. Kalkınma Bakanlığı, GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile yeniden işbirliği yapmamızı sağladı. Mayıs 2013’te yapılan protokol çerçevesinde, eksik konuları da fotoğraflayarak Proje’yi beklediğimiz düzeye taşıyabildik.
Güneydoğu Anadolu’da inançlar, inanışlar konulu bu çalışmayı başlattığımız 2000’de yola çıkarken, binlerce yılın gizini taşıyan bu büyük sisin içinden bir kapı aralayacağımızı umuyorduk. Ama bilgi, etkileşim arttıkça temaya yaklaşmak yerine sanki giderek daha uzaklaştığımız duygusuna kapıldık. Çünkü her yeni bilgi ya da deneyim yeni bir dünyanın varlığına işaret ediyor, her yakınlaşma daha büyük bir derinlikle karşılıyordu bizi. Ayrıntılar çığ gibi çoğalıyordu...
Bu çalışmayla ilgili söylenecek belki de en ilginçşey; uzun uğraşlar vererek, emek harcayarak görebildiklerimize gerçekte yalnızca bir “iğne deliğinden“sis içinde bakabildiğimizdir.
Sergi ve Albüm’deki fotoğrafların sunumuyla ilgili birkaç ayrıntının da belirtilmesinde yarar var. Bu Proje’de Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni bir bütün olarak gördük. Fotoğrafların sergi sunumunda kullanılan alt-üst bantlar, ritüel ya da ibadetlerin sunulduğu panolarda her inanç grubu için farklı renklerde seçildi. Ancak; “Bu Toprağın İnsanları“ve “Kentler ve Yaşam“ konulu fotoğraflardabütünsel bir yaklaşımla tek renk kullanıldı. Sergi Panoları Türkçe ve İngilizce hazırlanmış, fotoğraflanan konuyu açıklayan metinlerle desteklendi. Yaklaşımın tümü Albüm tasarımında da uygulandı. Uzak geçmişe uzanan bölüm dışında, yine bütünü parçalamadan aktarmak üzere, hiçbir yerde fotoğrafların nerede çekildiği bilgisi özellikle verilmedi.
Binlerce fotoğraftan oluşan geniş bir arşivden seçilen 758 fotoğraf Sergi kapsamında izleyiciyle buluşturulurken, Albüm’de daha çok (825) fotoğraf yer aldı.
Serpil Yıldız
ProjeYöneticisi
Güneydoğu Anadolu…
Yüzyıllardır çeşitli uygarlıklara, kültürlere beşiklik etmiş Anadolu’nun kendine has özellikler barındıran parçası... Etnik ve dinsel motifleriyle ender bir mozaik...
Sadece günümüz ya da yakın tarih için değil, antik dönemlerde çok tanrılı dinlerden beri gelen inançlar ve inanışlara ait doğal açık hava müzesi.
Uygarlık hakkında bilinenleri değiştirme potansiyeli olan Göbekli Tepe, Musa ile Şuayb peygamberin buluştuğu yer Soğmatar. Güneş, ay ve gezegenlere adanmış Pagan tapınakları. Dünyanın en eski üniversitelerinden birinin yer aldığı Harran. Mağaralara kurulmuş kiliseler...
Tarih kimi zaman etnik kökenler, kimi zaman inançlar ama en çok da ekonomik nedenlerle yapılan savaş ve mücadelelerle dolu. Ama hiçbir şey bu coğrafyada ortak kültürünün oluşmasına engel olamamış. Onlar burada doğdular, yaşadılar ve öldüler. Kimi sünnet oldu, kimi vaftiz edildi. Burada göz göze geldiler, burada yaşandı ilk aşklar. Buralar onlara ev oldu, yurt oldu. Ana babalarını, dedelerini bu topraklara gömdüler. Düğünler yaptılar, başlıklar verdiler.
İnsanlık kimi zaman etnik kökenleri, kimi zaman inançları için ama en çok da ekonomik nedenlerle, siyasi haritalarda değişikler yapsa bile, aynı coğrafyada ortak kültürlerin oluşmasına engel olamadı.
Kimi güneşe döndü yüzünü gün doğumunda, kimi şabat gününü yaşadı. Kimi secde etti başını, kimi istavroz çıkardı. Hep bir sır olarak kaldı Ezidiler’in inanç biçimi...
İlk Hıristiyanlardan olan Süryaniler, bu topraklarda yaşadılar ve yaşıyorlar. Sırmalı kaftanları, dantel başörtülü ritüelleri. Tarihin izlerini taşıyan mimarileri, uzun dar geçitleri, loşışıklı odaları, peşi sıra dizilen merdivenleri...
Yedinci yüzyıldan beri bölgede yaşam süren Müslümanlar. Peygamberler diyarının mistisizmi. Camilerinin görkemiyle Urfa. Günbatımının kızıllığında, ufukta hem minare hem de çan kulesinin aynı karede yer alabiliyor olmasının verdiği gururla Mardin. Cuma namazlarında sessiz kalabalığın imanlı coşkusu. Hoşgörülü ve misafirsever Aleviler...
Eski şehirlerin yerine yenilerinin yapıldığı zamanımızda, binlerce yıldır ayakta duran taş binaların, geçmişle kurduğu köprünün sağladığı belli belirsiz güven ve ait olma duygusu. Peygamberlerin, dervişlerin, alimlerin, ozanların sözlerinin yankılandığı taş duvarlar. Tütün ve baharat kokulu çarşılar, damak çatlatan yöresel yemekler.
Sergiyi herkes kendi bakışından, farklı gözlerle izleyecek. Fotoğrafçılar renklere, detaylara, lekelerin espaslarına bakacak. Mimarlar, yazarlar, akademisyenler, tarihçiler kendi gözlerinden, bölgeyi daha iyi tanıyanlar geçmişlerinden, tamamen yabancı olanlar ise çok daha başka açılardan inceleyecek.
Belki de Bölge’yi daha iyi tanıyanlar, atlanmış olan bir mekanı hemen tespit ediverecekler. Yurt içinde diğer kültürler daha merakla izlenebilir. Yurtdışında ise hem bizim kültürümüz hem de kendi inançlarının başka diyarlarda yaşamını sürdürüyor olması yeni ufuklar açacaktır.
Bizim içinse önemli olan; bölgenin zengin kültürüyle birlikte, biçimleri farklı olsa da imanın atmosferini ve iman edenlerin duygusunu ulaştırabilmekti izleyene. Farklı inançlara sahip olanlara bir diğerini göstermekti. Aynı Tanrı’ya ibadet edildiğini anımsatarak, farklılıkların zenginliğinde birlikte yaşamı belgelemekti. Portrelerdeki bir aradalık dikkatli gözlerden kaçmayacaktır.
2000 Yılında başlayan Proje, belki de bu yazıyı okuyan pek çok gencin görmediği, sadece duymuş olabileceği saydam, renkli ve siyah beyaz negatiflerle başlamıştı. Çoktan kenara atılmış olan ışıklı masaları tekrar kullandık. Çeşitli nedenlerle kesintiye uğrayan Proje’ye 2012-13 yıllarında devam edilirken, bu kez digital makinalar kullanıldı. Bu nedenle sergide teknolojinin her iki biçimini yan yana izleyebileceksiniz. Eski fotoğrafların görüntüsü ile yeni çekimler arasında fark ettim ki, artık o fotoğrafların bir çoğu yeniden çekilemez. Zaman fotoğraf teknolojisini değiştirirken mekanları, yaşamı, yaşam biçimlerini de değiştirmeyi unutmamış. Bu nedenle bugün o eski fotoğraflar daha değerli, ama yarın yenileri için de aynışeyi söyleyeceğiz.
Eminim sanatseverler, fotoğrafların tek tek çerçevelenmiş biçimde değil de neden panolarda kolajlandığını merak edecektir. Yurt içinde ve yurt dışında tekrarlanması planlanan sergide, 758 fotoğrafı yan yana dizmek mekansal sıkıntılar doğuracaktı. Daha da önemlisi, izleyenin tek bir fotoğraf karşında o imajın büyüsüne kapılıp gitmesine izin vermeden, benzer imgeler taşıyan fotoğraflardan oluşturulmuş panoları bir bütün olarak algılamalarını sağlamaktı. Bütünselliğin serginin amacına daha iyi hizmet edeceğini düşündüm. Bölge’de dolaşırken, bizim hissettiğimiz atmosferin izleyenleri de kuşatmasını istedim.
Bu çalışmanın; adeta bir açık hava müzesi, aynı zamanda insanlık mirası olan zengin kültürün tanıtımı ve korunmasına katkısı olacağı umudundayız. Proje’de fotoğraflarını bana emanet ederek rahat çalışma olanağı veren fotoğraf sanatçılarına, destek olan dostlara ve sabır gösteren aileme teşekkürlerimle...
İbrahim Göğer
Küratör
A. Kadir Ekinci.Asuman Ergüney.Aynur Ülker.Dilek Bal.Doganay Sevindik.Erol Büyükyazıcı
Gülser Günaydın.İbrahim Göğer.Mehtap Yıldız.Mustafa Ertekin
Nureddin Özdener.Orhan Köse.Özcan Yurdalan.Selim Aytaç.Serpil Yıldız
Proje Danışmanları: Oya Açıkalın Rashem, Suavi Aydın, Süha Ünsal
Metin Yazarı: Serpil Yıldız - Çeviri : Hakan Aslanbenzer
GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı Proje Ekibi
Demet Halidi, Şeniz Kobal, Selda Tan Özdemir
Hıristiyanlıkla ilgili metinlerin kontrolü: Şükrü Aktaş
Türkçe Redaksiyon: Selim Aytaç, Mehtap Yıldız
Sergi Tasarım ve Uygulama: İbrahim Göğer
SERGİ
Güneydoğu Anadolu’da, insanın bulunmuş izleri M.Ö. 600 binlere dek uzanır. Yazının olmadığı, Paleolitik çağın (yaklaşık M.Ö. 2.500.000-10.000) ülkemizdeki en eski buluntuları Gaziantep’te ortaya çıkarılmış. Diyarbakır’daki Hilar ve Hassuni Mağaraları Paleolitik, Epipaleolitik Çağlar’dan kalan öteki miraslar. Üst Paleolitik Çağ’ın son dönemlerinde yaşanan buzul devrinin sona erişi, bir geçiş döneminden sonra milyonlarca yıla yayılan insanlık tarihinde yeni bir dönemin habercisi: Neolitik Çağ.
Neolitik Çağ’ın dünyadaki, şimdilik, bilinen en eski tapınağı yine Güneydoğu Anadolu’da, Şanlıurfa’da. Daha önce görülmedik biçimde yontulmuş hayvan kabartmalarının üzerlerinde bulunduğu, T biçimli dikilitaşlardan oluşmuş tapınak yapıları, 12 bin yıldır anlaşılıp yorumlanacağı zamanı bekliyor Göbekli Tepe’de. Sefer Tepe ve Karahan Tepe, gün ışığına henüz çıkarılamamış neolitik kutsal alan yapılarını bulunduruyor içinde.
Peygamberler Musa ile Şuayb’ın buluştuğu yerde Soğmatar’da, Güneş, Ay ve gezegenlere adanmış pagan tapınaklar; Yavuzeli’nde tarih öncesi mezar Dolmenler; pek çok yere yayılmış tarih öncesinden başlayarak farklı kültür ve uygarlıkların evi ya da mezarı mağaralar; anıtsal ya da kaya kral mezarları; tek tanrılı dinlerin doğuşuyla bu inançlara özgü tapınaklar Güneydoğu Anadolu’yu bugüne taşıyanların, zamana yenilmemiş izleri...
İzler bazen karışıyor! Aynı mekan ya da yerde, kültürlerden yığılarak kalanlar, ancak uzmanların ayırt edebileceği katmanlarda saklı...
“Biz Ezidi’yiz.
Bütün dinlere, peygamberlere, milletlere, insanlara saygımız sonsuzdur.
Her şeyin güzellikle iyilikle olmasını istiyoruz.
Biz Ezidi’yiz.
...
Biz diyoruz iki Şeyh Adiy*gelmiş.
Laleş’deki Şeyh Adiy çok eski değil, daha bin yılı doldurmamış.
Bir de ilk Şeyh Adiy var.
Bizim inancımız 5000 yıla dayanıyor.
...
1980’den önce 70 bin Ezidi’nin yaşadığı söyleniyordu.
Şimdi 1000 belki 1500 kişi kalmış.
...”
“Önce Yezidi gelmiş peygamber olarak. Sonra Zerdüşt.
Yol aynı yoldur.
Biz Yezidi’den gelenler Ezdai diyoruz kendimize.
Allah’ın verdiği kişidir Ezdai.
...
Laleş hep vardı.
Sonra Şeyh Adiy Laleş’e geldi ve bize bir anayasa koydu.
...
Biz başka dinden insanlara, bizden daha önce hürmet veriyoruz.
Diyoruz ki: ‘Yarabbim, Sen bütün dünyaya rahmet et. Sonra bize, Ezidiler’e rahmet et.’
Dünyada 7,5 milyar insan var. Hepsi Allah’ın insanıdır.
Bu dünya herkese aittir, yalnız bize değil. Herkesin rızkı var.
Başkasının rızkına el uzatmak günahtır biz Ezidiler’de.”
İnanışa göre İbrahim Peygamber’in düştüğü yer, Şanlıurfa kent merkezinde bulunan Halil-ür Rahman (Balıklıgöl); Zeliha’nın düştüğü yer de Balıklıgöl’ün hemen yanındaki Ayn Zeliha Gölleri’dir. Göllerdeki balıklar kutsal olduğu için, yenmez ve korunur.
Tümü aynı soydan olan peygamberlerin sayısı kesin olarak bilinmese de Hadis kitaplarındaki bir söyleyişe göre 124 bin, bir başka söyleyişe göre de 244 bin....
Türbe ve Makamlar özellikle kutsal günlerde, her yıl binlerce kişinin akınına uğruyor; adaklar adanıyor, akideler yerine getirilip kurbanlar kesiliyor. İnsanlar bu kutsal kişileri dualarıyla aracı kılıp, Allah’ın mucizelerini umuyor... Viranşehir’de bulunan Eyyub (ya da Eyüp) Peygamber Türbesi’nde yaşanmış bir olay uzun yıllardır burada çalışan, olayın tanığı görevli tarafından şöyle anlatılıyor:
“...Derdine çare bulamayan bir Avrupa’lı kadın babasıyla birlikte geldi ve bir geceyi Eyüp Peygamber’in türbesinde, üzerine kapının kilitlenmesini isteyerek geçirmek istedi. Söylediğine göre, bir hocanın önerisiyle Kuran-ı Kerim’i okumuş, Eyüp Aleyhisselam’ın çileli zor yaşamından çok etkilenmiş, onda çare bulmaya gelmişti. Sabaha kadar orada yalnız kaldı. Ziyaret saati yaklaşınca, onu Türbe’den çıkardım ve Sabır Taşı’nın yanına götürdüm, o okumaya başladı; ben de babasının yanına vardım. Kızını sorunca da birlikte Sabır Taşı’na doğru yürümeye başladık. O sırada kadının bağırtısını duyduk. Hemen yanına koştuk. ‘Baba, şifamı buldum! ...’ dedi.”
Güneydoğu Anadolu’da Musevilik inancından geriye, Gaziantep, Kilis ve Diyarbakır’da bulunan Havra yapıları kalabilmiş...
Gaziantep’te Osmanlı döneminde, Musevilerin yaşadığı Yahudi Mahallesi’nde bulunan tek Havra’nın yapım tarihinin, Halep Salnamelerinde, 1886 olarak kayıtlı olduğu söyleniyor. Kent merkezinde bulunan Havra, restorasyon çalışmaları yapıldıktan sonra, 2013’te, Gaziantep Üniversitesine devredilmiş. Kilis’te bulunan Havra yapısının da 19. yüzyılın ikinci yarısında yapıldığıöngörülüyor. Görünen o ki, Kilis ve Diyarbakır Havraları’nın da onarıma gereksinmesi var.
Güneydoğu Anadolu’da yaşayan Hıristiyanların büyük çoğunluğunu Sami kökenli Süryaniler oluşturuyor. Binlerce yıla dayalı kültürleriyle Süryaniler, Süryani adını Hıristiyanlığı kabul ettikleri zamanda, Paganist olan toplumdaşlarından kendilerini ayırmak için kullanmaya başlamış. Sözcük olarak Süryanice’nin ortaya çıkışı da Süryani adının çıkışıyla benzeşiyor. Paganist dönemde Aramice konuşan Süryaniler, Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra bu dili Süryanice şeklinde adlandırmış.
İlk kabul eden toplumlardan biri olarak Süryaniler, Hıristiyanlığa önemli hizmetlerde bulunmuş. Urfa (Edessa), Harran, Nusaybin (Nisibis) başta olmak üzere kurdukları 50’ye yakın okulda, Süryaniler yalnızca Hıristiyan öğretilerini yaymakla kalmamış; teorisel din bilim, ahlak, kilise ve toplum hukuku alanlarının yanı sıra tıp, astronomi, doğa bilimleri, matematik, jeoloji, tarih, mantık, felsefe, dil bilim (özellikle, dil bilgisi, hitabet, tercümanlık) alanlarında da çalışmalar yapmış; din ve bilim insanları yetiştirmiş... Beşinci yüzyıldan başlayarak bir “ruhani imparatorluk” kuran Süryaniler, 7. yüzyıla kadar süren bir Altın Çağ yaşamış. Bu yüzyıldan sonra, giderek artan Bizans baskısı karşısında Araplarla, Bizanslılara ve Perslere karşı korunmak isteğiyle anlaşmış; onların bu bölgeyi ele geçirmelerine yardımcı olmuşlar. Bu tarihten sonra da 10. yüzyıla kadar, o güne kadar yapılmışçalışmaları Süryanice’den ve Eski Yunanca’dan Arapça’ya çevirmiş; Doğu Batı arasında bir köprü olmuşlar. Halife Saray’ında, en güvenilir sınıfmış Süryaniler...
Edebiyat, şiir ve müzikte de önemli çalışmalar yapan Süryaniler, müziğin (ve yeri gelmişken hemen belirtelim, kadınların) kiliseye girmesine öncülük etmişler...
Süryaniler başından beri Antakya Kilisesi’ne bağlı olmuş ve zaman içinde ortaya çıkan Hıristiyan öğretisi farklılıkları yüzünden çeşitli mezheplere bölünmüşler.
O parlak günlerden bugüne, Güneydoğu Anadolu’da sayıları birkaç binle sınırlı Süryani toplumu ulaşabilmiş -elbette çok çeşitli olumsuzluklar yüzünden. Süryani Ortodokslar’dan oluşan cemaatiyle, Süryani Kadim Ortodoks Kilisesi varlığını; merkezi şu sırada Şam’da bulunan Antakya Kilisesi Patrikliği’ne bağlı olarak sürdürüyor ve en kalabalık Hıristiyan cemaati olarak yaşıyor. Süryani Nasturi Kilisesi’den ayrılarak Papa’ya bağlanan Süryani Keldani Katolik Kilisesi ile Süryani Protestan Kilisesi’ne bağlı küçük cemaatler de Bölge’de bulunuyor. Ancak bu cemaatler nüfus azlığı yüzünden Süryani Ortodoks Kilisesi’nce yapılan ayinlere katılıyorlar.
Süryaniler hakkında söylenebilecekler kuşkusuz bunlarla sınırlı değil. Horiepiskopos Gabriyel Akyüz’ün kaleme aldığı Tüm Yönleriyle Süryaniler adlı kitap, bu konudaki tüm merakları giderecek şekilde yazılmış.
Güneydoğu Anadolu’da Hıristiyanlığın yaşayan temcilcilerinden biri de çok az nüfusuyla Ermeniler. Birkaç kiliseyle varlığını sürdüren cemaat, merkezi İstanbul’da bulunan Ermeni Apostolik Kilisesi’ne (Gregoryen) bağlı. Bölge’de dağınık yaşayan Ermeniler, çoğu zaman ibadetlerini Süryani Kiliseleri’nde yapılan ayinlere katılarak gerçekleştirebiliyor. Diyarbakır’da restore edilerek yeniden hizmete giren Surp Giragos Ermeni Kilisesi belki bu durumu değiştirebilir.
[Proje boyunca, bir Ermeni aileyle ve Diyarbakır’daki Surp Giragos Ermeni Kilisesi harabe durumdayken, hemen yakınında hizmet veren Kilise’nin görevlisi, çok yaşlı ve gözleri çok az gören Antonik Amca’yla (Antonik Zor) görüşebildik. Ülkemizde yaşanan sorunlardan olmalı ki, ne aileden ne de Anton Amca’dan inançları ve yaşayışları hakkında neredeyse hiç bilgi edinemedik. Bütün konuşmamız boyunca Antonik Amca o yıllarda yıkık durumdaki “Büyük Kilise’nin” yapılmadığından yakınıyordu... Bu aşamada projede görev alanlar olarak biz de eleştirilebiliriz. Belki daha çok zaman ayırarak, belki de koşulları zorlayarak, gelecek eleştirileri azaltabilirdik; ancak gönüllü yürüyen bir çalışmada bazen eksiklikler olabiliyor.]
Bölge’de 2003’ten beri hizmet veren bir Evanjelik Kilisesi de bulunuyor.
Vaftiz edilmiş küçük çocuğu kollarına alan Ruhani lider, onu annesine verirken şöyle der:
“...Al, ey anne! Vaftiz edilmiş, kutsal yağla yağlanmış ve kutsal kılınmışçocuğunu; ki bunlara, göklerdeki melekler ve yeryüzündeki insanlar tanık olmuştur....”
Vaftiz, Hıristiyanlık’taTanrı’nın aktif olarak yer aldığına inanılan kutsal ayinlerden (sır) biri. Ortodoks geleneğinde kişiyi suya daldırma ya da Katolik geleneğinde kişinin üzerine su serpme biçiminde yapılıyor. Vaftiz töreninde su; Kutsal Ruh’un hediyesinin lütfunu, günahların affını ve kilisenin bir üyesi olmayı temsil eder. Vaftiz sayesinde, suya batırılan kişi eski günahlı yaşamında ölür, yeni ve pak bir yaşama aklanmış olarak doğar; Baba oğul, Rab Mesih’e kardeş ve göksel meleklere varis olur.
Süryani geleneğinde Vaftiz’in, ilk iki ayda ya da erken yaşlarda yapılmasına özen gösteriliyor. Vaftiz olacak bebek ya da çocuğun kişisel bilgileri kiliseye önceden veriliyor. Karibo ya da Kirve denen Vaftiz babası, çocuğun anne ve babasına en yakın kadın (kız çocuk için) ya da erkek (erkek çocuk için) akrabalar arasından seçiliyor.
“...
Pazar gününü, eksiksiz kutlayana ne mutlu!
Çünkü yasa hayvanlara bile, istirahat etmelerini emreder.
Köleler, işçiler ve mültecilerin de, çalışmamalarını söyler.
...
Pazar günü büyük bir gün olup, müjde taşıyıp ve bizlere iletilmektedir.
O, bizlere Mesih’in kıyametini ve dirilişini anımsatmaktadır.
...”
Süryani Mor Efrem, “On Yedinci Şiir; 115, 119”; “Kutsal Ruhun Kavalı”, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2012
Hıristiyanlığın yedi en temel sırrından biri olan Uharistiya Kutsal Ayin’de; İsa Mesih’in yaşamının, ölümünün, dirilişinin; insanların suç ve kötülükten kurtuluşları uğruna Yahudi Bayramı Fısıh’ta, kuzunun yerine kendini kurban olarak sunmasının ve insanlık adına kanını akıtmasının anısı kutlanır.
Uharistiya Kutsal Ayin’i Güneydoğu Anadolu’da manastır ve kiliselerde her hafta kutlanıyor. Bağlı nüfusun azlığı ve kiliselerin yaşatılması amacıyla, Katolik kiliselerde de Süryani Kadim Ortodoks Kilisesi inançlarına uygun olarak Süryani ruhanilerce yapılan Kutsal Ayin’e, Evanjelik Protestanlar dışındaki Hıristiyan cemaatleri katılıyor.
*1. Uharistiya İncil’in Süryanice çevirisinde kullanılan sözcük, Yunanca’da evharistiya olarak geçer; Türkçe’de teşekkür etmek, şükran sunmak anlamındadır.
2. Kutsal Ayin’in Süryanice dilindeki karşılığı Kurobo Alohoyo.
“...
Allah’a şükret, uyumaksızın dua et ve oruç tut.
Nefsine güzel meziyetler kazandır ki, ebedi ve mutlu hayatı elde edebilesin.
...
Kırk günlük orucunu tut, ekmeğini aç olanlarla paylaş,
Günde 7 vakit namazını kıl, İşay oğlundan (Davut) öğrendiğin gibi.
...”
Süryani Mor Efrem, “Otuz Birinci Şiir; 31, 33”; “...Kutsal Ruhun Kavalı...”, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2012
Süryani geleneğinde, oruç tutma bireyin kendi özgür iradesine bırakılmış. İsa Mesih’in doğumu olan 25 Aralık’tan önceki 15 gün ve diriliş günü Paskalya Bayramı’ndan önceki 50 gün “Büyük Oruç” tutuluyor. Oruç boyunca Süryaniler yemeklerinde yalnızca bitkisel yağlar, tahıl ve sebze kullanır; et, süt, tereyağı ve yumurta gibi hayvansal ürünler tüketilmez. Günümüzde bazı Süryaniler, Büyük Oruç’u iki öğün boyunca hayvansal olmayan yiyeceklerle beslenerek perhiz şeklinde tutabiliyor.
Bunların yanı sıra, yalnızca Süryanilerce tutulan Ninova Orucu, Büyük Oruç’un başlamasından üç hafta önce tutuluyor. Üç güne yayılan bu ibadetlerinde Süryaniler iki gün hiçbir şey yemiyor; oruçlarınıüçüncü gün kilisede yapılan ayinden sonra, getirdikleri yiyeceklerle hep birlikte açıyor.
Süryaniler ayrıca üç gün süreyle Elçilerin Perhizi (26 Haziran), beş gün süreyle Meryemana Perhizi (10 Ağustos) ve Paskalya Bayramı’nı izleyen 50 gün dışında yıl boyunca her Çarşamba ve Cuma günleri, perhiz şeklinde oruç tutuyor.
Süryani geleneğinde, cemaatin katılmasının zorunlu olduğu on bir Rabbani bayramla, İsa Mesih’in doğumundan göğe yükselişine kadar olan olaylarla Meryem ve Kutsal Ruh’la ilgili olaylar kutlanıyor; katılımın zorunlu olmadığı yirmi yedi Rabbani olmayan bayramla da, kilise tarihindeki önemli kişi ve olaylar anılıyor. Paskalya, Kıyam, İsa’nın Göklere Yükselişi ve Pantikost bayramlarının tarihleri Miladi takvimde değişkenlik gösterirken, Yaldo (Noel) 25 Aralık’ta; Haçın Bulunuş Bayramı da 14 Eylül’de kutlanır.
Kutlamalara ev ziyaretleriyle Müslümanlar ve Yezidiler de katılır.
Bize gelince; fotoğraflayabildiklerimiz yalnızca Yaldo (Noel) ve Paskalya Bayramları...
“...
Selam sana ey Meryem! dedi bana, sesinden irkilmiştim.
Sakin sesiyle beni teselli etti ve şu sözleri bana yönelti:
Yüce’nin gücüüzerine konacak, Kutsal Ruh içine girecek.
Senden doğacak oğlunun da, egemenliği daim olacaktır.
...”
Süryani Mor Efrem, “Onuncu Şiir; 106, 107”; “...Kutsal Ruhun Kavalı...”, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2012
Hıristiyan dünyası her yıl 25 Aralık’ta , İsa Mesih’in doğa üstü doğuşunu Noel Bayramı’yla kutlar.
Süryaniler, Yaldo diye adlandırdıkları bu anlamlı günü kiliselerinde ayinlerle karşılar. Bayram günü olmasının yanı sıra, bu gün Süryaniler için iki nedenle daha da önemli ve anlamlı: Birincisi İsa Mesih’e bağlanmış ilk kavmin bugüne gelen üyeleridir onlar; ikincisiyse bu kutsal doğumun ilk müjdecilerinin Orhoylu (Urfalı) oluşu...
“...
Kilise onu müjdeledi, Rab’bimiz mezardan kalktı diye,
Oğul’un diriliş müjdesinin Şemun’a ulaşmasıçok güzeldi.
...
Bizlere gelen o kişiye övgüler olsun, çünkü kurtuluşumuzu gerçekleştirmiştir.
Onu gönderen Baba’ya şükürler, Kutsal Ruh’a da yücelik olsun.”
Süryani Mor Efrem, “On Yedinci Şiir; 79, 133”; “...Kutsal Ruhun Kavalı...”, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2012
“Rab dirildi!
Gerçekten dirildi!
İyi bayramlar
Sana ve rahmetli ölülerine de”
Süryanilerin karşılıklı Paskalya kutlama sözleri
İsa Mesih’in dirilişinin bayramı olan Paskalya, Süryanilerce de her yıl Mart-Nisan arasındaki bir tarihte hafta boyunca kutlanıyor.
Katı haşlanmış yumurta, Paskalya’nın en önemli simgesi, çünkü Süryani inancına göre; kabuk İsa’nın mezarını, yumurta sarısının ortasındaki canlı nokta İsa’yı, yumurta sarısı bu noktadan saçılan ışığı, yumurtanın beyazı da İsa’nın sarıldığı bezleri temsil ediyor...
Bayram için yumurtaların boyanıp hazırlanması kolay değil [bir sohbetimizde, Maria Teyze (Maria Nuay) yumurtaların renk renk boyanıp hazırlanmasının en az iki tam gününü aldığını söyledi]. Hazırlıklar bununla da sınırlı kalmıyor! Genellikle bayram boyunca süt, yoğurt ve yumurtayla yapılmış yiyeceklerle beslenen Süryaniler için; daşışto (sütlaç), lebeniye ve kliçe (paskalya çöreği) bu bayramın öteki anlamlı yiyecekleri. Örneğin; kliçe İsa’nın bedenini ve bereketi simgeliyor.
Bayramın ikinci günü mezarlık kiliselerinde toplanan Süryaniler, ölüleri için dua ediyor, ardından getirdikleri yiyecekleri orada hep birlikte yiyorlar... Yumurta tokuşturmak mı? O da bayramın neşesi...
“Bilge insanlar her şeye boşverip, bu alemi hiçe saymışlardır.
Günaha düşmemek için, çöllere ve sahralara düşmüşlerdir.
Bu bilge insanlar, servet kazanan o açıkgözlü tamahkarlardan daha fazla aydınlanmışlardır.
Kendi servetlerini tamahkarlara terk ediyorlar, onların hazineleri ise göklerdedir.
...”
Süryani Mor Efrem, “Yirmi Birinci Şiir; 2, 3”; “...Kutsal Ruhun Kavalı...”, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2012
Hıristiyanlık’ta, Ruhanilik (Süryanice’de Kehennüt) derecesine yükselenlere Tanrı tarafından çokça ruhsal hediyeler verildiğine inanılıyor. Süryani Kilisesi’nin düsturunda rahiplik; aziz bir yaşantı olup günahı terk etme, tövbe etme, temiz ve yeni bir hayata başlamak anlamına geliyor. Bir kayda göre, Süryaniler’in Altın Çağı’nda rahip ve rahibelerin sayısı 600 bin’e ulaşmış. Gerçekleştirdikleri mucizeler nedeniyle bazı rahipler Aziz (Süryanice’de Mor ya da Mar) ünvanını almış. Yetişmiş Azizlerin çokluğu yüzünden Süryani Kilisesi’ne de “Azizlerin Annesi” ünvanı verilmiş.
Güneydoğu Anadolu’da, özellikle de TurAbdin’de bulunan pek çok manastır adını o manastırda yaşamış Aziz’den alıyor. Azizler, genellikle yaşadıkları manastırların Azizler Evi ya da Süryanice’deki karşılığıyla Beth Kadişe’de bulunan nişler arasındaki mezarlara gömülmüş.
Bazı manastırların Azizler Evi’nde, o manastırda görev yaparken ölmüş patrik ya da metropolitlere ayrılmış mezar bölümleri de bulunuyor. Süryaniler, özellikle ölüm günlerinde Azizlerin anısına anma ayinleri düzenliyor. Özellikle Manastır yaşamına dahil olanlar, her Akşam Duası’ndan sonra Azizler Evi’ni ziyaret edip dualar okuyorlar.
“Ey ölüm Zaferin nerede?
Ey ölüm dikenin nerede?”
İncil 1. Korintliler 15: 55, Dirilişten Sonraki Beden
Kaynaklara göre, ...Süryaniler için ölüm sonsuz yaşama uzanan bir köprünün başlangıcı, dünyevi acıların bitiş noktası anlamını taşıyor. Geçici dünya yaşamı sırasında İsa’ya iman edenler, bu imanlı yaşamı sürdürenler için “imanlı ölüm”; yeryüzündeki yaşamın karanlık gecelerinden ayrılıp, sonsuz gündüzün egemen olduğu göksel vatana girmektir... Süryaniler ölüm yıl dönümlerinde ve bayram günlerinde ölülerini anmak için mezarları ziyaret eder. Mezar başında tütsü yakılır, mezarın çevresi temizlenir, toprağı sulanır, çiçekler bırakılır. Cenaze yakınları, ölümün üçüncü, dokuzuncu ve kırkıncı günleriyle ölüm yıldönümlerinde, mezarın başında yemek ve helva dağıtırlar...
Proje çekimleri boyunca mezarlık ziyaretleriyle ya da bir Süryani cenaze töreniyle karşılaşamadık. Karşılaşsak bile fotoğraflayabilir miydik? ... İnsanlar, acılarının arasına karışmış fotoğrafçılara izin verirler miydi acaba? ...
“Ne kadar güzelsin, ey görkemlerin anası,
Kiliselerin fahri ve abraşiyelerin başı, patriklerin makamı,
Süryaniliğin bütün büyükleri gömütlerinde yattığı için,
Hoştur gölgelerin ulusun fertlerine.
Sevgin küçük değil yüreğimde,
Alevleniyor ateş gibi,
Düşmanlarımı yıkacağım,
Ve devireceğim sana karşı gelen her gücü,
Gururum olduğun için izzet tacını takacağım başına.”
Metropolit Philoksinos Hanna Dolabani, Safran (Deyrulzafaran) Manastırı İlahisi; TurAbdin-Canlı Kültür Mirası, Hans Hollerweger, 1999
Güneydoğu Anadolu, başta TurAbdin olmak üzere, araştırmalara konu olmuş, üzerine kitaplar yazılmış Süryani mimarisinin benzersiz örnekleriyle dolu. Taş işçiliği hünerlerinin alabildiğine sergilendiği manastır ve kiliselerden yaşayan; ayakta kalan ya da yıkılmaya yüz tutmuş pek çok örnek bölgede bir arada bulunuyor. Süryani gümüş işçiliğinin hünerini sergileyen gümüş dökme kapaklı İnciller’in; basmacılık geleneğini hala yaşatan, 80’lerini aşmış Nasra Teyze’nin (Nasra Şimmes Hindi) el emeği göz nuru ürettiği satro’ların (kilise perdesi) yanı sıra, çeşitli Hıristiyan sembollerle, özellikle de ikonalarla bezenmiş Süryani manastır ve kiliselerinde heykel bulundurulmuyor.
Girdiğiniz yerde, pek çok sembolün yanı sıra heykellerle karşılaşıyorsanız, burası büyük olasılıkla bir Süryani Keldani Katolik Kilisesi’dir. Bölgede, az sayıdaki Ermeni Kilisesi mimarisinin güzel örneklerini de görmek olası. Özellikle son yıllarda yapılan restorasyon çalışmaları, yıkılmaya yüz tutmuş kiliselerin ayağa kaldırılmasında önemli bir adım oldu. Diyarbakır’da bulunan Surp Giragos Ermeni Kilisesi bu adımların bir örneği. Kilise Orta Doğu’daki en büyük Ermeni Kilisesi olma özelliğine de sahip.
Hıristiyan semboller Hıristiyan evlerinin de önemli süsleri...
Mekke’de doğmuştu. Yaşı kırka varıyordu. İnsanlardan uzaklaşıp Hira Dağı’ndaki mağarada münzevi bir yaşam sürmeye başladı. Artık kırk olmuştu Muhammed... Hira’da bulunduğu bir gün (610 yılında, Ramazan ayının büyük olasılıkla yirmi yedinci gecesi) sabaha karşı, Cebrail ilk vahiyi getirdi ve Peygamberlikle görevlendirildiğini bildirdi. İlk vahiyin gelişini Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle anlatır:
“O gece Cebrail bana gelerek ‘Oku!’ dedi. Ben okuma bilmediğimi söyledim. Bunun üzerine melek beni aldı; dayanabileceğim son noktaya kadar sıktı. Ardından beni bırakıp tekrar ‘Oku!’ dedi. Cevaben yine ‘Ben okuma bilmem’ deyince tekrar son noktaya kadar sıktı ve ‘Oku!’ dedi. Ben ‘Ne okuyayım?’ diye cevap verince, melek beni üçüncü defa takatim kesilinceye kadar sıktı ve bıraktıktan sonra şu ayetleri okudu: ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku. O insanı alak’dan yarattı. Oku! Senin Rabbin en cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.’ “
Kur’an-ı Kerim, Alak Suresi, 96: 1-5
İslamiyet doğmuş, yayılmış; Başkenti Medine olan ilk İslam Devleti kurulmuştu...
Bizanslılar ve Sasaniler (2. Pers İmparatorluğu) arasında, 4. yüzyıldan 7. yüzyılın ilk çeyreğine kadar süren savaşlardan en olumsuz etkilenen bölgeydi Yukarı Mezopotamya... Araplar buraya El-Cezire diyordu. Altıncı yüzyılın ikinci çeyreğinde İslam fetihleriyle pek çok yer ele geçirilmiş, gözler El-Cezire’ye dönmüştü...
Halife Hz. Ömer’in emriyle İyaz b. Ganem; bazı kaynaklara göre 5 bin, bazılarına göre de 8 bin kişilik orduyla El-Cezire’ye sefere çıkar. Harran, Ruha (Urfa), Amid (Diyarbakır), Meyyafarikin (Silvan), Mardin ve Bölge’deki öteki kentleri alır (639). Bölge’nin fethi Bizans’ın Anadolu’yla bağlantısını keser. Bizanslılar’ın ya da Persler’in uzun yıllar baskısına uğrayan bölge halkı, Müslümanları kurtarıcı olarak karşılar. Yavaş da olsa İslam o dönemde yayılmaya başlar...
Bir önemli bilgi de El-Cezire’nin fethine, bine yakın Sahabe’nin katılmış olmasıdır. Kaynaklara göre Fetih’ten sonra da 500 Sahabe bölgede kalıp yaşamayı sürdürmüş. Güneydoğu Anadolu’da, Sahabeler’den söz ederken şunlar kesinlikle atlanamaz:
Kentler ele geçirilirken en büyük direniş Diyarbakır’da yaşanmış; Sahabelerden bazıları bu sırada şehit düşmüş. Diyarbakır’da, kaynaklara göre 32 Sahabe mezarı saptanmış. Fethe katılan Halid bin Velid’in oğlu Hz. Süleyman ve 27 Sahabe’ye ait, Osmanlı döneminde yapılmış Şehitlik, Nisanoğlu Ebul Kasım’ın 1155-1169 yılları arasında yaptırdığı Hz. Süleyman Cami’nin hemen bitişiğinde...
Bölge’de yaşayanlar, burada yatan Sahabeler’in gömülmediğine ve bulundukları mahzende -ki daha sonra bir duvarla kapatılmış- üstlerinin açık olduğuna inanıyor ve dilden dile şu hikayeyi anlatıyorlar:
“Caminin türbedarı her gün pamuk satın alıp mahzene iner, Sahabeler’in yüzlerindeki örtüleri açmaksızın kanlarını temizlermiş. Bir gün pamuk alacak para bulamayan Muhittin efendi dalgın düşünürken, ona yaklaşan temiz yüzlü bir yabancı, keseyle parayı avucuna koyup hızla kaybolmuş. Parayla hemen pamuk alan türbedar, mahzene inip şehitlerin kanlarını silmeye başlamış. Bu sırada eli yanlışlıkla birinin yüzündeki örtüye çarpınca şehidin yüzü açılmış. Gördüğü yüz Muhittin efendiyi çok şaşırtmış çünkü bu yüz, o gün ona para veren kişinin yüzüyle aynıymış.”
İslam, Anadolu’ya 11. yüzyılda başlayan Selçuklu ve izleyen yıllardaki Beylikler dönemlerinin fetihleriyle girdikten sonra Güneydoğu Anadolu’da pekişir ve Osmanlı döneminde artık hakim din olarak tamamen yerleşir.
Mezhepler Hz. Peygamber’in (s.a.v.) vefatından sonra ortaya çıkan çeşitli toplumsal, kültürel ve siyasi sorunların çözümü yolunda sivil ulema tarafından ortaya atılan hukuki görüşlerin belli metodolojiler çerçevesinde toplanması, sistematize edilmesi olarak tarif edilir. Bir başka deyişle, bir İslam olduğu halde birçok mezhebin olması, İslam’ın farklı yorumlara açık olmasından kaynaklanıyor.
Günümüzde, Güneydoğu Anadolu’nun en kalabalık nüfusunu İslam’ın dört temel mezhebinden ikisine bağlı insanlar; yani Hanefiler ve Şafiiler oluşturuyor.
“Şol cennetin ırmakları
Akar Allah deyü deyü
Çıkmış İslam bülbülleri
Öter Allah deyü deyü
...
Ne dilersen Hak’tan dile
Kılavuzla gir bu yola
Bülbül âşık olmuş güle
Öter Allah deyü deyü”
İlahi, Aşık Yunus
İslamiyet’e göre, Cuma haftanın en mübarek günü; bazı hadislere göre de Cuma Müslümanların haftalık bayramı...
Hz. Peygamber(s.a.v) bir hadisinde şöyle der:
"Güneşin doğduğu en hayırlı gün, Cuma günüdür, Adem o günde yaratıldı, Cennet’e o gün girdi, yeryüzüne o gün indi, tövbesi o gün kabul edildi, o günde öldü, kıyamet o gün kopacak..."
Topluca kılınması farz olan Cuma Namazı’nın yanında “Mübarek Cuma”, dinsel yaşayışa da pek çok şey kazandırır. Çokça salavat getirme, tövbe etme, Kur’ân’ı yüksek sesle, usulünce güzel okuma, sadaka verme, vaaz ve hutbe dinleme, Cuma Namazı’ndan önce ve sonra fazladan namaz kılma, dinen önerilir ve özendirilir. Bu nedenle Cuma günlerinde, ibadetlerin çeşitliliği ve miktarı çoğalır, dindarların ruhsal yaşayışları daha da yoğunlaşır ve canlanır.
Güneydoğu Anadolu’da Cuma günleriyle gelen bu canlılık açıkça görülür.
“...
Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.
Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.
...”
Kur’an-ı Kerim, Cuma Suresi, 62: 9, 10
Cuma Suresi 9. Ayet’inde geçen, Arapça yazılışıyla “el-cumu’ati” sözcüğü toplamak, bir araya getirmek anlamındaki “cim-mim-ayn” fiil kökünden türetilmiş. Müslümanların öğle saatinde Cami’de toplanıp birlikte Cuma Namazı kılmalarının bir sonucu, daha önce Araplar’ın “Arube” dedikleri haftanın günü Cuma adını almış.
Cuma günü namaz vaktinden 1 saat önce camilerden yüksek sesle okunan Sela, hem müslümanların salavat getirmelerini anımsatır hem de insanlara yaklaşan Cuma Namazı’nı haber verir.
Kur’an-Kerim’in doğrudan emriyle farz olan ve iki rekattan oluşan Cuma Namazı, Müslümanlarca Cuma günü öğle saatinde, yalnız erkeklerin katılımıyla kılınır. Güneydoğu Anadolu’da yaygın olarak bulunan iki mezhep; Şafiler ve Hanefiler, Cuma Namazı’nın iki rekatlık farzını cemaatin en kalabalık olduğu en eski camilerde birlikte kılar. Cuma Namazı için camiye giden kadınlar da kendilerine ayrılan bölümde namaz kılar.
“Allahu Ekber
Allahu Ekber
Allahu Ekber
Allahu Ekber
(Allah her şeyden büyüktür)
Eşhedu enla ilahe illallah
Eşhedu enla ilahe illallah
(Şüphesiz bilirim ve bildiririm ki Allâh’tan başka ilah yoktur)
Eşhedu enne Muhammeden resulullah
Eşhedu enne Muhammeden resulullah
(Şüphesiz bilirim ve bildiririm ki Muhammed Allâh’ın elçisidir)
Hayya alessalah
Hayya alessalah
(Haydi namaza)
Hayya alelfelah
Hayya alelfelah
(Haydi Kurtuluşa)
Essalatü hayrün minen nevm*
Essalatü hayrün minen nevm*
(Namaz uykudan daha hayırlıdır*)
Allahu Ekber
Allahu Ekber
(Allah her şeyden büyüktür)
Lailaheillallah
(Allah’tan başka tanrı yoktur)”
Sünni mezheplerde Ezan’ın Arapça Sözleri (Ülkemizde Ezan Arapça okunuyor; Türkçe sözler parantez içinde verildi.)
*Yalnızca Sabah Ezanı’nda okunur.
İslamiyetin yayılmasıyla Müslümanlara namaz vaktini haber vermenin güçleştiği yıllarda, soruna çare aranmış ama çözüm hemen bulunamamış. Kaynaklarda belirtildiğine göre, o sıralarda Hazrec kabilesinden Abdullah b. Zeyd gördüğü rüyayı O’na anlatınca Hz. Muhammed (s.a.v.): “İnşallah bu hak bir rüyadır. Rüyada öğrenmiş olduğunu Bilal’e öğret! O, bunları söyleyerek ezan okusun. Zira onun sesi seninkinden daha gürdür.” der. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bu isteğiyle Bilal-ı Habeşi, Namaz çağrısı Ezan’ı, Medine’de (622) bir damın üzerinden ilk kez okur.
Sabah, Öğle, İkindi, Akşam ve Yatsı Namazları’nın çağrısı, günlük ibadetin hatırlatıcısı ezanlar farklı müzik makamlarına da sahip: Sabah Saba Dilkeşhaveran; Öğle Rast; İkindi Hicaz; Akşam Segah; Yatsı Uşşak, Bayati ya da Neva...
“Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi ve -başlarınıza mesh edip- her iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın ... Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez. Fakat o sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.”
Kur’an-ı Kerim, Maide Suresi, 5: 6
Farz olarak emredilmiş bir ibadet olan Abdest; vücudun belirlenmiş bölümlerini, tarif edilmiş usule göre yıkama ya da mesh etme yoluyla yapılan bir temizliktir. Müslümanlar, Abdest alarak bedensel ve ruhsal kirliliklerinden arınırlar. Abdest almada ve Abdest’in bozulması konularında Sünni mezhepler arasında farklılıklar bulunuyor.
Güneydoğu Anadolu’da, cami avlularını süsleyen Şadırvanlar Abdest alacakların mekanına dönüşüyor.
“Güneşin zevalinden (öğle vaktinde Batı’ya kaymasından) gecenin karanlığına kadar (belli vakitlerde) namazı kıl. Bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazı şahitlidir. Gecenin bir kısmında da uyanarak sana mahsus fazla bir ibadet olmak üzere teheccüd namazı kıl ki, Rabbin seni Makam-ı Mahmud’a ulaştırsın. De ki: ‘Rabbim! (Gireceğim yere) doğruluk ve esenlik içinde girmemi sağla. (Çıkacağım yerden de) beni doğruluk ve esenlik içinde çıkar. Katından bana yardımcı bir kuvvet ver.’ “
Kur’an-ı Kerim, İsra Suresi, 17: 78-80
“Cennete giden yollar, mescitlerden geçiyor. Mevlâ hep kullarını, secdelerde seçiyor.”
Ömer KİRAZLI’ya ait bir Veciz
İslam inancının Kelime-i Şehadet, Zekat, Oruç ve Hac’cın yanında beş temel farzından biri olan Namaz; Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayetle emredilmiş. Adabı Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Sünneti’yle sabit olmuş Namaz, Rab’bin huzuruna duruş ve gönül dünyasında huzura eriştir Müslümanlar için. Camilerde cemaatle kılınan namazlar; birlik, beraberlik, kardeşlik ve dayanışmayı güçlendirir. Namaz, bireyin içe dönüşüne ve derin bir nefis hesaplaşmasına olanak sunar, toplu kılındığında ona sosyallik de katar.
Müslümanlar; Sabah, Öğle, İkindi, Akşam, Yatsı olmak üzere, Farz ve Sünnet’lerden oluşan rekatları içeren beş vakit Namaz kılar. Namazların Farz ve Sünnet’lerinin kabulünde, rekat sayılarında, kılınış biçiminde ve okunan dualarda Sünni mezhepler arasında farklılıklar da bulunabiliyor: Yatsı Namazı’nı Farz ve Sünnetleri’yle Hanefiler 10 rekat, Şafiler 6 rekat olarak kılıyor. Her iki mezhep de Yatsı Namazı’nı 3 rekatlık Vitir Namazı’yla bitiriyor. Bu beş vakit Namaz’da, Hanefiler her gün toplam 40, Şafiler 36 rekattan oluşan Namaz ibadeti yapıyor.
Üç Aylar: Recep, Şaban, Ramazan...
Ay dolanımını esas alan Hicri takvimin en kutsal üç ayı, Müslümanlarca Rahmet Mevsimi olarak anılıyor.
Müslümanların kutsal dört kandil gecesinden üçü bu aylarda yaşanıyor. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) yaşadığı yıllarda Kandil geceleri bulunmuyor. Kutlanması İslamiyetin 3. yüzyılında mistik çevrelerce başlamış. Kutsal gecelerin Kandil adını alması Osmanlı zamanında olmuş. Padişah 2. Selim’in isteğiyle ortaya çıkmış minarelerde kandil yakma geleneği. O zamandan beri de kutsal geceler Kandil adıyla anılır olmuş. Günümüzde Kandil Geceleri, minare şerefeleri ışıklandırılarak süsleniyor. Biçim değişse de öz saklı kalmış. Allah’ın kullarına bol bol bağışta bulunduğu, ibadetlerine karşılık çok sevap verdiği bir “rağbet gecesi” Regaip Kandili. Her yıl Recep ayının ilk perşembesini cumaya bağlayan gece kutlanıyor. Aynı ayın 27. gecesi, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya, oradan da Allah’ın sonsuz ayet ve kudretini görmek için göğe yaptığı mucizevi manevi yolculuğun anısına Miraç Kandili kutlanıyor. Şaban ayının 14. gününü 15. güne bağlayan gece de, Müslümanların, Allah’ın bağışlamasıyla günahlardan arınmayı umdukları, Kur’an ayı olarak da kabul edilen rahmet ve bağışlanma ayı Ramazan’ın yaklaştığını müjdeleyen Berat Kandili kutlanıyor. Yeri gelmişken söyleyelim: Bunların dışında, Hicri takvimin Rebiü’l-evvel ayının 12. gecesinde, Hz. Peygamber’in doğumu anısına kutlanan Mevlid Kandili bulunuyor.
Ramazan!.. İnançların en yoğun yaşandığı ay!.. Rahmet, merhamet... Günahlardan bağışlanmanın yolu. Bireysel iç hesaplaşmanın aracı...
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Kur’an’ı Cebrail’le karşılıklı okuması, Kur’an’ın inmeye başlaması (Kadir Gecesi), Oruç tutulması, Teravih Namazları’nın kılınması, Kadir Gecesi’nin kutlanması gibi önemli ibadetler hep Ramazan ayında gerçekleşir.
Bedenin maddi manevi arınması olan, kardeşlik duygularının gelişmesini; paylaşımların çoğalmasını sağlayan Oruç ibadeti, takvimin durumuna göre 29 ya da 30 gün boyunca tutulur... Sahur, uykunun en tatlı olduğu zamanda uyanmak demektir... İftar insanları aynı sofrada buluşturan, coşkulu anlardır... Verilen Zekat, Sadaka ve Fitre yardımlaşma ve dayanışmayı çoğaltır... Ramazan gecelerinde kılınan, Teravih namazları, yediden yetmişe herkesi yakınlaştırır...
Güneydoğu Anadolu’da camilerden yükselen dua sesleri , günden geceye ulaşıyor Ramazan boyunca... Bazı kentlerde Ramazanlar gerçekten çok canlı yaşanıyor. Özellikle son yıllarda, örneğin Şanlıurfa’da, yaşamdaki canlılık, Sahur sonuna hatta Sabah Namazı’na dek sürüyor. Hemen her ilde toplu İftar yemekleri veriliyor. Ramazan boyunca her akşam İftar yemeği verenlerin arasında tarikatlar ve dernekler de bulunuyor. Zikir ibadetleri çoğalıyor. Halkın ziyaret edebilmesi için çıkarılan Sakal-ı Şerif için uzun kuyruklar oluşuyor. Türbe gibi kutsal mekanları ziyaret edenlerin sayısı birkaç kat artıyor.
Proje çekimleri sırasında Şanlıurfa’da bazen bir evde, bazen bir toplu yemekte, biz de İftar’lara katılma fırsatı yakaladık. Sofraları süsleyen geleneksel yemekleri tattık. Ancak altını çizmeliyiz ki Şanlıurfa’da, çiğköfte İftar sofralarının baştacı.
Müslümanlarca mübarek olan Kadir Gecesi hakkında, Kur’an-ı Kerim, Kadir Suresi, 97: 1-5. ayetleri şöyle diyor:
“Şüphesiz, biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen ne bileceksin! Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh (Cebrail) o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de iner. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.”
Güneydoğu Anadolu’da Kadir Gecesi, Müslümanların kuşkusuz sabaha dek süren ibadetleriyle yaşanıyor. Kur’an ve dua sesleri göklere yükseliyor.
Proje çekimleri sırasında daha önceki yıllarda da Kadir Gecesi zamanı Bölge’de bulunduğumuz zamanlar olmuştu. Ama 3 Ağustos 2013’te kutlanan Kadir Gecesi’nde Şanlıurfa’da karşılaştığımız kalabalık, o güne dek görülmüş bir şey değildi bizim için.
Hz. Peygamber (s.a.s) bir hadisinde şöyle der: "Cuma’da bir saat vardır, hangi müslüman kul namaz kılar olduğu halde bu saate rastlar da Allah’tan bir şey isterse, Allah istediği şeyi ona mutlaka verir." Saat-ı icâbe* inancı; inananları Cuma günü boyunca dikkatli ya da tetikte olmaya ve daha çok ibadet etmeye yöneltir.
İslamiyette gün akşamdan başlar, izleyen gündüzün akşamına kadar sürer. Bu nedenle Cuma gecesi, Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece kabul edilir. Güneydoğu Anadolu’da; Kadiri, Rufai, Şazeli, Nakşibendi, Mevlevi gibi tarikatlara bağlı olanlar, bu kutsal gecede de bir araya gelirler, inaçlarına uygun şekilde sessiz ya da bendir ve ilahiler eşliğinde sesli zikir ibadetleri yaparlar. Bu ibadetler kutsal olan Kandil geceleri, Kadir Gecesi ve Bayram Arifeleri’nde de yinelenir.
* Duaların kabul olduğu ve insanlarca gizli ve gaybı olan, Cuma gününde bir vakit.
(Gayb: duyu organlarıyla, hesapla, tecrübeyle anlaşılmayan şey.)
Müslümanlar Ramazan’ın sonunu bayramla karşılar. Hicri takvimin Şevval ayının ilk üç gününde kutlanan Ramazan Bayramı, ilk günün sabahında, yalnızca erkeklerin kıldığı Bayram Namazı’yla başlar. Namaz’ın sonu şenlik gibidir. Müslümanlar sarılarak bayramlaşır, dargınlar barışır, kardeşlik, sevgi büyür. Kutlamalar komşu ve yakınların ev ziyaretleriyle sürer.
Güneydoğu Anadolu’da Bayram sevinci en az bir hafta önce başlıyor. Bazı yerlerde Bayram alışverişi için pazarlar bile kuruluyor, çarşılar renklenip kalabalıklaşıyor. İkram yapma, güzel, temiz, yeni giysiler giyinme vazgeçilmezleri oluyor bayramların.
Arife günü (Bayram’dan önceki gün) bazı tarikatlar, bayram sabahı verilecek yemek hazırlıklarıyla meşgulken, bazıları da zikir ibadetleriyle, bütün gece uyumuyor. Bayram sabahı ikram edilecek yemeğin hazırlıkları akşamdan başlıyor, pişmesi sabahı buluyor. Toplu yemeklerin geleneksel yemeği Tirit. Özbek Pilavı da bayrama özgü pişirilen yemekler arasında. Namaz’dan sonra kutlamaların ardından topluca yemek yeniyor. Binlerce kişinin katıldığı tarikat davetlerinde yemekler yeniliyor, sohbetler ediliyor.
Evlere gelince, örneğin Gaziantep’te Yuvalama, Şanlıurfa’da etli ve üzümlü pilav, zerde, Cizre’de ev baklavaları (yemeklerin yanı sıra) konuklara ikram edilenler arasında. Çocuklar için hazırlanmış bayram eğlencelerini de unutmamak gerekir.
Kurban Bayramı, Hicri takvimin Zilhicce ayının 10. gününden başlayarak 4 gün süreyle kutlanır. Bayram Namazı’yla başlayan Bayram, Namaz çıkışındaki kutlamalarla sürer.
Güneydoğu Anadolu’da Kurban Bayramı’nın yaklaştığını, her yerde karşınıza çıkan hayvan pazarlarından anlarsınız. Bu pazarları ilginç kılansa hayvanı satın almak üzere yapılan pazarlıklardır. Birbirlerinin elini tokalaşırca tutan ve aşağı yukarı sallayan alıcı ve satıcı, ancak anlaşabildiklerinde ellerini bırakırlar. Bu alışveriş, bazen öngördüğünüzden çok daha uzun sürebilir.
Güneydoğulular, Ramazan Bayramı’nda olduğu gibi, Arife gününden başlayarak bu bayram boyunca da ibadet, yemek dağıtımı, ziyaret, ikram gibi geleneklerini sürdürüyorlar.
Kur’an-ı Kerim’de sünnetten söz edilmese de, İslam geleneğinin önemli ve ayrılmaz bir parçasıdır sünnet. İslam’da sünnetin nasıl yapılacağı, geleneklere göre düzenlenir.
Güneydoğu Anadolu’da bebekler genellikle yedi-sekiz günlükken sünnet ediliyor. Sünnet düğünleri bazı yerlerde hala yapılıyor olsa da düğün yerine yaygın olarak davetlilerin katıldığı Mevlid toplantıları düzenleniyor.
Türbe ziyaretlerinde Türbe’ye dua edilmesi dinen çok sakıncalı bulunuyor; Türbe’de dua etmekse o kadar olumsuz karşılanmıyor.
Güneydoğu Anadolu’da çok sayıda Türbe bulunuyor. Ziyaretçiler, sağlıktan evliliğe çeşitli kişisel sorunlarına çözüm arıyor ya da hayalleriyle ilgili isteklerinin gerçekleşmesini diliyorlar.
Şırnak, Kozluk, Midyat gibi yerleşimlerde, yılda bir kez topluca Türbe ziyareti yapmak, yüzlerce yıldır süren bir gelenek. Türbelerde adak* ya da akika** kurbanı kesmek ya da buralarda Mevlid okutmak da süregelen gelenekler arasında bulunuyor.
Güneydoğu Anadolu’da Sahabeler’in yanısıra, Hz. Peygamber nezdinde yer bulmuş Veysel Karani’nin de bir Külliyesi, Siirt’in Baykan İlçesi’ne bağlı Ziyaret Köyü’nde bulunuyor. Kaynaklara göre, Hz. Peygamber bir hadisinde; “Beni ziyaret etmek imkânına erişemediğinizde, kardeşim Veysel Karani’yi (Makamını) ziyaret ediniz.” der. Çevredeki pek çok kişi, özellikle ekonomik durumu iyi olmayan kişiler, yedi yıl boyunca her yıl yedi hafta olmak üzere, Veysel Karani Külliyesini ziyaret ederek hacı olduklarınainanıyorlar. Halk arasında bu, “Yoksulların Hac’cı” olarak anılıyor.
* Adayan kişinin kestiği kurban. Adak bir koşulun gerçekleşmesine bağlanmışsa, ancak bu koşul gerçekleştiğinde kesilebilir. Adak kurbanının etinden adak sahibi, geldiği nesilden aile büyükleri, çocukları ve torunları yiyemez, zengine de yediremez.
** Yeni doğan çocuk için şükür amacıyla kesilen kurbana denir. Bu kurbanının etinden ve derisinden, kurban sahibi dahil herkes yararlanabilir.
İslamiyette ölüm, Allah’ın emridir.
Yıkanıp kefenlenen naaş, tabut içinde Cami’ye getirilir. Genellikle Öğle ya da İkindi Namazı’nın ardından İmam’ın eşliğinde kılınan Cenaze Namazı’nda ölene rahmet ve hayır duaları edilir, Fatiha Suresi okunur. Sonra da mezarlıkta yine dualarla defnedilir. Aile, akraba, dost ve yakınlar defin ritüeline eşlik ederler... Ardından taziye ziyaretleri başlar. Ölünün arkasından Kur’an, özellikle de Yasin Suresi, daha sonra da mevlid okunması bir gelenektir.
Gözümüzle görmedik ama, Güneydoğu Anadolu’da, bazı köylerde Akşam ve Yatsı Namazları’nın ardından da Cenaze defni yapıldığını işittik!?
Bölge’de taziye çok önemli bir ölüm geleneği. Ziyaretlerin yapılmasını kolaylaştırmak için büyük kentlerde Taziye evi denen mekanlar bulunuyor. Erkekler taziyeleri bu evlerde, kadınlar da evlerinde kabul ediyor. Taziyelerde ölenin ardından dualar okunuyor, tesbihler çekiliyor. Bu ritüel genellikle üç gün sürüyor. Örneğin Şanlıurfa’da üçüncü günün akşamında Mevlid okunuyor. Ziyaretçilere taziye evlerinde mırra ikram edilmesi ya da yemek ikramı Bölge’deki adetlerden. Kırsal’da da kadınlar ve erkekler farklı evlerde taziye kabul ediyorlar.
Cizre’de, cenazenin defniyle birlikte kurulan çadırda, üç hoca üç gün boyunca mezarlık başında dua okuyor. Yine aynı günlerde cenaze yakını erkekler, üç gün boyunca Sabah ve İkindi Namazı’ndan sonra mezarlık ziyareti yaparlarmış.
“Yalancı dünyaya konup göçenler
Ne söylerler ne bir haber verirler
Üzerinde türlü otlar bitenler
Ne söylerler ne bir haber verirler
Kiminin başında biter ağaçlar
Kiminin başında sararır otlar
Kimi masum kimi güzel yiğitler
Ne söylerler ne bir haber verirler
...”
Yunus Emre, “Ah Ölüm” Şiiri’nden Alıntı
Tarihsel ve sosyal koşulların bir sonucu olarak kitabi olmaktan çok, sözlü geleneğe dayalı sürdürülen Alevilik Hz. Ali’yi sevmek, onun ve soyunun (Ehl-i Beyt*) yolundan gitmek anlamına geliyor. Alevi sözü de bu yoldan yürüyen bireyi anlatıyor.
Yüzyıllarca yazılı kültürden kopuk yaşamak zorunda kalan Alevilerin, inançlarını bu denli güçlü bağlarla sürdürebilmesinde; Seyyid İmad’ed-Din Nesimi (14. yüzyıl), Yemini (15. yüzyıl), Fuzuli (16. yüzyıl), Şah İsmail Hatai (16. yüzyıl), Virani (16. yüzyıl), Pir Sultan Abdal (16. yüzyıl) ve Kul Himmet (16. yüzyıl) adlı Yedi Ulu Ozan’la; onları izleyen halk ozanlarının Ehl-i Beyt, Kerbela ve On İki İmam’la ilgili dile getirdikleri deyişler rol oynamış ve oynamaya devam ediyor. Deyişlerde Aleviliğin öğretileri, ilkeleri, inançları işleniyor. Saz ya da bağlama eşliğinde söylenen deyişler öylesine etkili ki, Aleviler bunlara “Telli Kuran’ın Ayetleri” diyor...
...Yolunu “Hakk-Muhammed-Ali” şeklinde tanımlayan Anadolu Aleviliği, bu satırlara sığdırılamayacak kadar uzun bir hikayeye ve “insan sevgisi – hoşgörü” özlü bir felsefeye dayanıyor. Bu öz belki de en yalın biçimde Cem ibadetlerinde dile getirilen şu sözlerle özetlenebilir:
"... Eline, beline, diline sahip ol. Dünya malına tapma, doğruluktan sapma, gördüğüne bin katma, görmediğine kulp takma. Yokuşta yorgunu yorma, düzlükte canları darda koyma. Yetmiş iki millete bir gözle bak, herkesi kardeş, bacı bil. Güçlünün yanında yer alıp yoksulu ezenlerden olma. Bilime uyan, karanlığı kovan, ışığa koşan olanlardan ol..."
Toplanma, bir araya gelme anlamındaki Arapça “Cem” sözcüğü, Alevilerin toplanarak yaptığı ibadetlerin adı. Saz, söz ve semahlarla yapılan Cem ibadetleri; insan ilişkilerini öz denetim içeren bir toplumsal duruşmayla olgunlaştırma ve kusursuzlaştırma amacını taşıyor. Toplumsal duruşma; Cem’e katılanların toplum önünde hesap vermekle yükümlü olduklarının ifadesi. Cem ibadetine katılan herkes kendinden ve birbirinden “razı olmak” zorunda. Örneğin; varsa küskünlük giderilmeden Cem kesinlikle başlamıyor. Suç işlemiş “düşkünler” kesin bir kural olarak Cem’e katılamıyorlar.
Alevilik’te, birbirinden farklı altı Cem ibadeti uygulanıyor: Gençlerin, yeni yetişenlerin aydınlatıldığı İrşat Cemi; suç işleyenlerin, düşkünlerin, toplumsal suçların yargılandığı Koldan Kopma Cemi; ikrar veren aileler arasındaki birlikteliği, dayanışmayı işleyen İkrar ya da Musahiplik** Cemi; bir konuda adak adayanların ya da anne ve babanın Hakk’a yürümesinde helallık alınan Lokma ve Dardan İndirme Cemi; Kurban kesip çevreye dağıtılan Abdal Musa Kurban Cemi ile Aleviler için özel bir önem taşıyan Görgü Cemi.
Cem ibadeti Dede’nin gözetiminde, önderliğinde yerine getirilir. Alevi toplumunun inanç önderi olan Dede, talipleri*** eğitir, düşünsel ve manevi sorunlarına çözüm bulur, sorularına yanıt verir, yol gösterir. Dedelik de özgün bir iç yapıda ve hiyerarşide sürdürülür. Pir, Mürşit, Rehber temeline dayalı yapılanma gereği, her Dede başka bir Dede’nin talibi olur. Başka bir deyişle Dede, talibi olduğu Mürşidi tarafından denetlenir.
Aleviler inançlarının gereği Oruç tutuyorlar. Hicri takvimin ilk ayı Muharrem’de önce üç gün Masum-u Paklar, izleyen 12 günde Muharrem Orucu (ayın 10. gününde başlar) olmak üzere toplam 15 gün Oruç tutulur. Yas olarak tutulan bu oruçlar Kerbela katliamının anısınadır. Oruç bittiğinde Aşure Lokması denen bir çeşit çorba yapılır ve dağıtılır. Ayrıca Zeynel Abidin’in Kerbela olayından kurtulmasına karşılık, durumu iyi olanlar kurban keser ve dağıtır. Bunların dışında her yıl 13-14 Şubat’ta, Hızır Orucu tutulması da inancın bir gereği.
Kurban Bayramı, Aleviler’in de Bayramı. Aleviler yalnızca Kurban Bayramı’nda kurban kesmiyor. Nevruz, Hıdırellez, Hızır gibi kutlamaların yanı sıra, Görgü Cemi, Hizmet ya da Adak gibi farklı nedenlerle Kurban kesiliyor. Aleviler kurban kesme işini tığlamak fiiliyle kullanıyorlar. Kurban tığlaması her zaman bir Cem ibadetiyle birlikte yapılıyor. Özellikle Görgü Cemleri’nde, kurban önce Dede tarafından okunuyor, sonra tığlanıyor. Kurban etinden yapılan Lokma piştikten sonra dua okunmak üzere Dede’ye getiriliyor. Bu aşamaya kadar Cem’e katılanların lokmadan tatması ya da yemesi söz konusu değil. Dua’dan sonra lokma yeniyor ve ardından Dede Şükür Duası okuyor. Bütün bu sürede devam eden Cem ibadeti, Şükür Duası’nın ardından sona eriyor. Alevilerin ayrıca Hıdırellez, Gadir Hum, Nevruz Bayramları bulunuyor.
Aleviler Güneydoğu Anadolu’da, az bir nüfusla dağınık biçimde yaşıyorlar. Özellikle Şanlıurfa’nın Kısas Köyü; aşıklık geleneğini en iyi biçimde koruyup sürdüyor. Aşıklar Diyarı Kısas, ünü yurt içinde ve yurt dışında yayılmış Aşıklar da yetiştiriyor.
*Aleviliğe göre Ehl-i Beyt Ali, Fatıma Zehra, Hasan ve Hüseyin ve onların soyundan gelen şu 12 imamı kapsar: Ali bin Ebu Talib (Ebu Talip Oğlu Ali), Hasan bin Ali (Şerifan) (Ali Oğlu Hasan), Hüseyin bin Ali (Seyyidan) (Ali Oğlu Hüseyin), Zeynel Abidin (Hüseyin Oğlu Zeynel), Muhammed el-Bakır (Ali oğlu Muhammed), Cafer-i Sadık (Muhammed oğlu Cafer), Musa-i Kazım (Cafer oğlu Musa), Ali Rıza (Musa oğlu Ali), Muhammed Taki (Ali oğlu Muhammed), Ali Naki (Muhammed oğlu Ali), Hasan-ul Askeri (Ali oğlu Hasan), Muhammed Mehdi (Hasan oğlu Muhammed).
** Alevi inancında Musahiplik, dünya ve Ahiret kardeşliği anlamına gelir. Ancak Şeriat’ı aşıp tarikat kapısına gelenler, yola girmenin ve yol sürmenin ilk adımı olarak Musahip olurlar. Musahipler birbirinin günah ve sevabından sorumludurlar. Etle tırnak gibi birbirine yakın olan Musahipler’in namus dışında, çocukları da dahil olmak üzere her şeyi ortak kılar; iyi ya da kötü yaşamın getirdiklerini paylaşırlar. Musahiplerden biri öldüğünde onun çocuklarına , ailesine ve aile yakınlarına bakmakla yükümlüdür öteki Musahip. Hayatta bir kez yapılan Musahiplik ömür boyu sürer.
*** Alevilik’te her biri 10 makamı içeren Şeriat, Tarikat, Marifet ve Sırr-ı Hakikat adlı Dört Kapı bulunuyor. İşte bu Dört Kapı’da yola çıkmaya aday kişiye Can, yola giren kişiye de Talip deniyor.
“Kerbela çölünden sakin mi geldin
Ne yaman firgatli ötersin turnam
İmam Ali katarına uyuban
Kırkların semahın tutasın turnam
...
Alinin avazı sende bulundu
Ne yaman ötersin bağrım delindi
O pirden bir haber alda gel şimdi
Gönlümün gamını atasın turnam
...
Dedemoğlu durmuş hattını yazar
Oturmuş ak devin bendini çözer
Mecnun Leyla için çölleri gezer
Can ver ki canana yetesin turnam”
Dertli Divane, “Kerbela Çölünden Sakin mi Geldin” Semah’ından Alıntı, Şanlıurfa Yöresi
Kadın ve erkek ayrımı olmaksızın herkesin eşit şekilde ibadete katılması Cem törenlerinin en önemli özelliği. Düzenli olarak yapılan Birlik Cemi ibadetleri Güneydoğu Anadolu’da, genellikle Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece yapılıyor. Ancak bazı zamanlarda gündüz yapılan Cem ibadetleri de bulunuyor. Bayramlarla ilgili olarak yapılan Cemler’in tarihleri önceden biliniyor. Bunun dışında kalan Cemler, istek ya da gereklilik durumunda yapılıyor.
Turna... Göçen ulusların sembolü, Güneş’le bağlantılı kuş... Alevi inancında Ali’nin simgelerinden biri... Turna’nın uçuşunu anlatır Semah... Cem ibadetlerinin ayrılmaz bir parçası olan Semah bağlama eşliğinde uygulanan bir ritüel. Kadın ve erkeğin birlikte döndüğü Semah; inanca göre, insanın maneviyatıyla yüzleşmesi ve maddi dünyadan uzaklaşması, bu yolla Allah’a yaklaşmasıdır.
Bölge’de, Cem ibadetlerinin tümü Cem Evleri denen bir apartman dairesi ya da bir köy evinde gerçekleşiyor. Aleviler özelikle kentlerde, tıpkı öteki ibadethaneler gibi bağımsız Cem Evleri yapılabilmesi için uzun zamandır çaba gösteriyor.
Camiler... Müslümanların ibadet yerleri...
İbadet yeri için Kuran-ı Kerim, Hadisler ve ilk tarihsel kaynaklar, aslında "secde edilen yer" anlamındaki Mescit sözcüğünü kullanmış. Arapça "el-mescidül-câmi" sözünden kısaltılmış bir ad olan Cami bir araya getiren toplayan, kaplayan yer anlamına geliyor.
Güneydoğu Anadolu’da, Müslümanlığın ilk zamanlarındaki ibadet yerleri daha önce de tapınak olarak kullanılmış mekanlardan dönüştürülen Camiler olmuş: Gaziantep’te Kurtuluş Cami; Diyarbakır’da Ulu Cami; Şanlıurfa’da Ulu Cami, Fırfırlı Cami; Mardin’de Ulu Cami, Şehidiye Cami; Batman’ın Kozluk İlçesi’nde Hıdır Bey Cami bu özelliğe sahip, hala yaşayan Müslüman ibadethaneleri.
Ayrıca Eyyubi, Selçuklu, Akkoyunlu ve Osmanlı döneminden kalma çok sayıda cami hat sanatının eşşiz örnekleriyle ya da çini işlemeleriyle bezenmiş, olağanüstü taş yapı mimarileriyle kentleri süslüyor. Cumhuriyet dönemi ve günümüz cami yapılarını da ekleyince kentlerin, ilçelerin, köylerin hemen hepsinde, beş vakit ezan seslerinin yükseldiği minareler göğe doğru uzanıyor. Güneydoğu Anadolu’da Camiler’den duyulan yalnızca Ezan değil; Kutsal günlerde Şanlıurfa, Cizre gibi kentler Kur’an ve dualarla bürünüyor.
İslam mimarisinin bölgede öne çıkan önemli yapıları arasında Medreseler, Mevlevihaneler, Kasteller (camilerin yakınında bulunan şadırvan; çeşme) ya da bazı türbe yapıları da bulunuyor.
İnananların en önemli rehberi kutsal kitaplar...
Bazen bir Süryani yazı ustasının elinden çıkmıştır sayfalar, bir gümüş ustası bezemiştir kapağını İncil’in...
Hat sanatının bir ustası döşeyivermiştir Kur’an-ı Kerim için mürekkebi yaldızı...
Bazen çok eski bir el yazması, bazen boya kokusu üstünde matbaa baskısı. Bazıları kocaman, bazıları minicik... Hepsi de insan için...
Güneydoğu Anadolu’da inanç çeşitliliği evlere, dükkanlara ve sokaklara da yansıyor. Bu yansımanın en belirgin aracı semboller. Yalnızca ibadethanelerde değil evlerde, çok eski bazı yapılarda, sokaklarda, dükkanlarda, çarşılarda pek çok sembolle karşılaşmak olası.
Örneğin büyük kentlerin eski mimariye sahip müslüman evlerinde Hacı evlerinin kapısını Hac’ca gidildiğini gösteren simgeler süslüyor. Ya da bir dükkanı, bir otelin lobisini süsleyen Alemler görmek olası. Allah ya da Besmele yazılı pek çok süs eşyası, ya da Kabe görüntüsü işlenmiş halılar, fotoğraflar müslüman inanışın süs eşyaları arasında yer buluyor. Aleviler Hz. Ali’nin, Pir Sultan’ın ya da Hacı Bektaşi Veli’nin ana konu olduğu süs eşyalarını tercih ediyor.
Hıristiyanlar da, ev ya da işyerlerini, ana konusu İsa, Meryem, Azizler olan ikonlar, resimler, porselen heykeller ya da basmaların yanı sıra çok çeşitli boylarda ıstavrozlarla süslüyor.
Sembolik açıdan belki de en sade süslemelere Yezidi evlerinde rastlanıyor. Çoğu zaman horozu andıran tavus kuşu heykeli ya da resmi; Ahura Mazda konulu süs eşyaları; nadiren de Laleş’teki tek Tapınak’tan bir gravür ya da Şeyh Adiy konulu bir resim bu süsler arasında yer alıyor.
“Memleketim, memleketim, memleketim,
ne kasketim kaldı senin ora işi,
ne yollarını taşımış ayakkabılarım,
son mintanın da sırtımda paralandı çoktan
Şile bezindendi.
Sen şimdi yalnız saçımın akında,
İnfarktında yüreğimin,
alnımın çizgilerindesin memleketim,
memleketim,
memleketim.”
Nazım Hikmet, “Yine Memleketim Üstüne Söylenmiştir” Şiiri’nden Alıntı
Sınırlar ayırıyor akrabaları Güneydoğu’da.
Projemizin ilk yıllarında tanık olmuştuk, sınırlarda bekleşen insanlara. Bayramlardan birinde konuk ediyordu Suriyeli akrabalarını Güneydoğulular. Bir sonraki Bayram’da da konuk oluyorlardı onlara.
Elleri, kolları, bavulları hediyelerle; yürekleri, hasret, coşku ve sevinçle dolu bekleşiyordu insanlar, sınır kapılarında.
Sonra! O günler artık çok geride kaldı!
Evliliğe giden yol kız istemeyle başlıyor. Söz kesme, nişan ve kına gecesi bu sürecin ana uygulamaları. Dini nikah bu sürecin olmazsa olmazı. Müslümanlarda dini nikah; imamlar tarafından, adete göre kız evinde, camilerde ya da son zamanların bir geleneği olarak örneğin Şanlıurfa’da resmi nikah töreni kapsamında Nikah Salonu’nda ve davetlilerin önünde, İslam geleneklerine uygun olarak kıyılabiliyor. Bazı yörelerde resmi nikah ve imam nikahının önceliği yer değiştirebiliyor. Dini nikahın ayrılmaz bir parçası olan Mehir erkeğin kadın için biçtiği ve kadının kabul etmesinin şart olduğu (aksi halde nikah geçersiz oluyor) bir değerin maddi ifadesidir, örneğin 12 reşat altını gibi...
Tek eşliliğin esas olduğu Alevilik’te de İslam geleneğine uygun olarak dini nikah, kesinlikle resmi nikahtan sonra, Dede tarafından kıyılıyor. Ancak bu nikahın duası Alevi inancına uygun olacak şekilde biraz daha değişik. Eskiden yaygın olmakla birlikte Mehir geleneği bazı yerlerde Alevi dini nikahlarında hala uygulanabiliyor. Alevilerin yaygın bir başka uygulaması da kızın hazırladığı çeyizin tam bir listesinin çıkarılması, maddi karşılığının hesaplanıp yazılması, hatta bazen sözleşme gibi hazırlanması.
Düğünlerin geçmişteki müzik aletleri, özellikle kırsalda, yalnızca davul ve zurnaydı. Midyat ve çevresinde buna Nahora denen bir tür kemençeyi de eklemek gerekir. Kentlerde yöresel farklılıklar olsa da tambur, kanun, keman, bağlama davul-zurnaya eşlik ederdi. Günümüzde düğünlerde davul-zurna yer bulsa da, asıl eğlence org’un öne çıktığı orkestralar eşliğinde yaşanıyor.
Günümüzde, modernleşmenin etkisiyle geleneksel düğünlerin yerini salon düğünlerini almış. Meydanlarda yapılan düğünlerle karşılaşmak Bölge’de artık pek de rastlanan bir görüntü değil.
Düğün geleneğiyle ilgili olarak bir not da Ezidi’ler için koymak gerekiyor. Kimi Ezidiler için düğün sırasında davul-zurna çalınması hoş karşılanmadığından, yalnızca def (erbane) çalınıyor; kimileri için de davul-zurnasız düğün olamıyor.
“İsa şu karşılığı verdi: ‘Kutsal Yazılar’ı okumadınız mı? Yaradan başlangıçtan İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı.’ Ve şöyle dedi: ‘Bu nedenle adam annesini babasını bırakıp karısına bağlanacak, ikisi tek beden olacak.’
Şöyle ki, onlar artık iki değil, tek bedendir. ...”
İncil Matta 19: 4-6; Boşanmayla İlgili Soru
Hıristiyanlığın yedi temel sırrından biri de evlilik antlaşması. Kilisede Ruhani lider kadın ve erkeğin evlilik antlaşmasını takdis eder; hayatlarını kutsal bir bağla birleştirir.
Süryani geleneğinde, kilisede yapılan evlilik töreninin sonuna doğru, Ruhani lider geline ve damada taç takıyor ve onları kral ve kraliçe ilan ediyor.
“Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.”
Cahit Sıtkı Tarancı, “Memleket İsterim” Şiiri
Gün Güneş’e sarılır da ısınır ya! İşte öyledir Güneydoğulu’nun sıcaklığı.
Bir dost gülümseme, içten bir “Merhaba!”, bir bardak kokulu çay, bir fincan mırra, bir koyu sohbet...
“Merdiven yolların kaç basamaktan oluştuğundan, kemer kavislerinin açı derinliğinden, çatıların hangi kurşun levhalarla kaplandığından söz edebilirim sana; ama şimdiden biliyorum, hiçbir şey söylememiş olacağım sonunda. Zira bir kenti kent yapan şey bunlar değil, kapladığı alanın ölçüleri ile geçmişinde olup bitenler arasındaki ilişkidir: ... Bir saçağın eğimi ve aynı pencereye süzülen bir kedinin o saçak üzerinde kayarcasına yürüyüşüdür; ...Hikayesini yüzüncü kez birbirlerine anlatan o üç yaşlı adamdır.
Anılardan akıp gelen bu dalgayı bir sünger gibi emer kent, ve genişler. ... Oysa kent geçmişini dile vurmaz, çizik, çentik, oyma ve kakmalarında zamanın izini taşıyan her parçasına, sokak köşelerine, pencere parmaklıklarına, merdiven trabzanlarına ... yazılı geçmişini bir elin çizgileri gibi barındırır içinde.”
İtalo Calvino, “Görünmez Kentler” Romanı’ndan Alıntı
Dağlarla, ovalarla bezeli bir coğrafyada, iki nehrin çevresinde şekillenir yaşam Güneydoğu’da. Bir Fırat bir de Dicle... Çok uzun bir geçmişin hikayeleri gizlenir akarken öyküler düşleten sularına, köyüne, kentine, toprağına...
Eskidir, çok eskidir kentler, hatta bazen köyler... Ne kadar direnebilmişse modernizme o kadar ayaktadır eski şehirler.
Yaşam pek renklidir bu coğrafyada, benzemez birbirine... Her kentin kültürü ve yaşayışı ayrılır ötekinden. Taşın ve inancın şiiridir Mardin. Kültürler beşiğidir, coşkuludur Diyarbakır. Mistisizm kokar buram buram Şanlıurfa. Gaziantep’te hepsi bir arada... Hoşgörünün ve sevginin kentidir Adıyaman. Batman petrol kentidir. Fakir Haccı’nın evidir Siirt, yayılır dağlık alana. Nuh’un gemisi buradadır derler Şırnak için. Yenidir il oluşu sınır kenti Kilis’in...
Çarşıları ünlüdür kentlerin. Kalabalıktır. El işi bakırlar, göz nuru telkariler, sanat eseri cam altılar... Baharatlar, tütünler, rengarenk ışıl ışıl kumaşlar, poşiler... Halıcılar, terziciler, ayakkabıcılar, keçeciler, kuşçular ve daha niceleri yer alır çarşılarda... Kimi yerde gümüşten hac kolyeler süsler camekanları... Kiminde Alemler yükselir boy boy bakır, pirinç, bronz. Boy boy uzunlukta satılır tesbihler ve rastlamak zordur tesbih çekmeyene...
Fırınlar dolar taşar tepsilerle... Çarşılar yaşar kentte, kentliler yaşatır çarşıları...
Bir de o güzel Kahvehaneler; Gümrükhan, Tahmis, Hasanpaşa ve bir fincan menengiç...
FOTOĞRAFÇILAR
A. Kadir Ekinci, Kars doğumlu. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdi. Halen bir kamu kuruluşunda yönetici olarak çalışıyor. Fotoğrafa, 1992’de AFSAD (Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği) da başladı. Yönetim ve danışma kurullarında bulundu. AFSAD’ın düzenlediği GAP gibi birçok projede yer aldı.
Sessiz Işık ve Uzak Işık adlı iki kişisel sergi açtı. Yurtiçi ve yurtdışında pek çok yarışmada fotoğrafları sergilendi.
Fotoğrafa ilk başladığı günden beri ışığın gücüne inandı. Doğduğu köydeki evinin damından süzülen güçlü ama sessiz ışığın peşine düştü. Bu onun Sessiz Işık sergisini yapmasına temel oluşturdu. Işıklar toplamaya devam ediyordu. Karanlıklardan korktuğu için belki de. Işıkla kendini daha özgür ve güvende daha kendisi gibi hissettiği için hayatı olduğu gibi tanımak, hayatın içine girmek onun üstesinden gelmek, karanlıkları yenmek umuduyla basıyordu deklanşöre. Işığı olan bir hayatı düşleyerek, Sessiz Işık ve Uzak Işık ile çıktığı yolculukta önü aydınlanıncaya kadar, ışıkla alıp başını gitmeyi, hep gitmeyi düşlüyor.
Ankara’da, 1976’da doğdu. Fotoğrafa 1997’de Hacettepe Üniversitesi bünyesinde başlayıp, 1998’den itibaren AFSAD’da devam etti. AFSAD çatısı altında, çeşitli belgesel fotoğraf atölyelerinde ve projelerde çalıştı. AFSAD Yönetim Kurulu’nda görev aldı.
Çeşitli karma sergilere katıldı. Hala belgesel çalışmalarla fotoğraf çekmeye devam etmektedir.
AFSAD’ın 19. dönem kursuna 1986’da katıldı. Kurs döneminde hem karanlık oda çalışmalarında hem de ikili çekimlerde dernek üyesi Selçuk Büyükdereli’den destek aldı. Eren Özerdim portre gurubuna katıldı. Genç yaşında aramızdan ayrılan Merter Oral’dan ve yine zamansız aramızdan ayrılan Adnan V. Kuvanlık’tan siba baskı konusunda bilgi aldı. Alper Fidaner’le kolaj çalışması yaptı. Her karenin, fotoğraf karesini görüntüleyen sanatçının ifadesinde saklı olduğundan fotoğraf okumayı öğrenmeyi hala sürdürüyor. Uzakları yakınına getirmeyi seçmedi. Uzakların yakınında olmayı tercih etti.
Eğitimini Dernek etkinliklerine katılarak ve Dernek Yönetimleri’nde çeşitli birimlerde uzun süreli görev alarak doldurmaya çalıştı. Fotoğrafa bakış açısını güçlendirmek amacıyla 1986-1987 Müneher Völksochschul’e katıldı ve Sergileme - Katalog aldı. Çağrılı fotoğraf göndermeleri 1990 yılına dek devam etti.
1994’te, Hollanda’nın Utrecht kentinde izlenime sunulan Fotoğraflarla Türk Hamamı konulu siyah-beyaz karma sergisinde yer aldı.
Malatya, Hekimhan’da doğdu. Ankara’da yaşıyor. 1999’da AFSAD’a üye oldu. AFSAD Eğitim Birimi Sorumluluğu, Kurs Kurulu, Yönetim Kurulu üyeliği yaptı; AFSAD’ın çıkarmış olduğu Gazete Kontrast Yayın Kurulu’nda görev aldı. AFSAD’ın organize ettiği projelerde, yıl sergileri de dahil olmak üzere bir çok karma sergiye katıldı. Uzun soluklu bir çalışma olan ve fotoğraf sergisiyle sonuçlandırılan “Yaşayan Halk Ozanları” proje grubunda yer aldı.
Kadına Karşı Şiddet; LÖSEV’e katkı sağlamak amacıyla, Ankaralı Gezginler Grubu tarafından her yıl düzenlenen “Geleneksel Fotoğraf Sergileri” Sosyal Sorumluluk Projesi kapsamında yaptığı çalışmalardan bazıları.
Katılmış olduğu fotoğraf yarışmalarında sergilemeler aldı. Fotoğraf çalışmalarına devam ediyor.
“On yaşlarında idi. Mahallede arkadaşları ile birlikte fotoğraf çektiriyordu. Yanında parası olmadığı için fotoğrafçı fotoğrafını çekmedi. O günü üzüntü ile hatırlar…” Yaşadığı bu olayın onu fotoğrafa bağladığını düşünüyor…
1961’de Ankara’nın Ayaş İlçesi Yağmurdede / Dastarlı Köyü’nde doğdu. Gazi Üniversitesi İİBF Bankacılık Bölümünden 1986’da mezun oldu. Sigortacılık yapıyor.
Fotoğraf çekmeye 1977’de başladı. 1984’te AFSAD’da Fotoğraf Eğitimi aldı, 1990’da üye oldu, 1991- 93 ve 2000 dönemlerinde Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. Danışma ve Fotoğraf Değerlendirme Kurulu’nda yer aldı.
Kişisel sergileri: 1998-“Sanatçı Portreleri-1“, 1999-”Değişen Yüzler-1”, 2007- Fotoğrafta 30.Yıl Sergisi.
Birçok karma ve ortak fotoğraf sergisi ve fotoğraf gösterisinde yer aldı, kişisel fotoğraf gösterileri gerçekleştirdi. Jüri üyeliği yaptı. Fotoğrafları gazete ve dergilerde yayınlandı. Ulusal fotoğraf yarışmalarında 22 ödül aldı, 73 fotoğrafı sergilendi.
AFSAD üyesi Nalan YILMAZ ile 07.08.1994’teki nikah törenini fotoğraf şölenine dönüştürdü. Nikah salonunda eşi ile birlikte ortak fotoğraf sergisi açtı. Nikah sırasında çekilen fotoğrafların katıldığı yarışma ile Türkiye’de ilk Nikah Fotoğrafı Yarışması’nı gerçekleştirdi.
1998’de Bankacılık ve Sigortacılık Yüksek Okulu Mezunları Derneği tarafından fotoğraf sanatına katkılarından dolayı Onur Ödülü’ne layık görüldü. Sanat Kurumu’nun 2004-2005 yılı Plastik Sanatlar alanında Seçici Kurul Özel Ödülü’ne değer bulundu. 2006’da DASK-DOGAY- Doğada Görüntü Avcılığı Yarışması’nda “10 Yılda En Çok Katılan Fotoğrafçı” plaketi, 2012’de “10 Yıl ve Üzeri Katılımcılar” plaketi aldı.
“Türkiye Fotoğraf Sanatında Yitirdiklerimiz 1923-2010” isimli fotoğraf kataloğu projesinin fikir sahibi, önderi ve yayın sorumlusu oldu. 2011’de yayımlanan bu katalog, ülkemizde bir kampanya şeklinde yayımlanan “ilk” fotoğraf kataloğu. Bu çalışmasıyla Sevindik, AFSAD ve Türkiye Fotoğraf Sanatı Federasyonu (TFSF) tarafından plaket ile onurlandırıldı.
Ankara’da, 1955’de doğdu. Önceleri fotoğrafa ilgisi olsa da, yoğun ilgisi 1989’da AFSAD’a üye olmasıyla başladı. Derneğin düzenlediği sergilere katılırken çeşitli görevlerde de yer aldı.
2011’de “Bir” adlı fotoğraf sergisini İstanbul ve Ankara’da açtı.
Fotoğrafın dışında kısa filmle de uğraşıyor; “Bir Cumartesi Günü” adlı bir kısa filmi bulunuyor.
Fotoğraf çalışmalarında daha çok tematik konular üzerinde duruyor.
Trabzon’da, 1970’te doğdu. 1992’de Tıp Fakültesinden, 1997’de de Anestezi ve Reanimasyon Uzmanlığı’ndan mezun oldu. Üniversite yıllarında fotoğrafa ilgi duydu. AFSAD’da temel fotoğrafçılık ve karanlık oda eğitimleri ile başladığı fotoğraf eğitimine birçok seminer, kurs, atölye ve proje ekiplerinde çalışarak devam etti. 1994’te AFSAD’a üye oldu.
AFSAD bünyesinde, AFSAD Yönetim Kurulu Üyelikleri ve 4 dönem Dernek Başkanlığı; AFSAD GAP Fotoğraf Projesi Ekibi, AFSAD ve Krzysztof Gieraltowski Workshop Atölyesi düzenlenmesi, AFSAD 13. Ulusal Fotoğraf Sergisi Organizasyon Ekibi, AFSAD 6. Fotoğraf Sempozyumu Düzenleme Ekibi, "Kültürden Yansıyan Fotoğraflar - Ben ve Öteki -" Semineri (“Cultural Reflections in Photography - Me and the Other-" Seminar) gibi bir çok görevde yer aldı.
Çeşitli dergilerde fotoğrafçılık üzerine yazıları yayımlandı. Örnekler:
AFSAD 6. Fotoğraf Sempozyumu Hakkında birkaç söz, Fotoğrafya Sayı 15; Fotoğraf Dernekleri, Fotoritim Panel Yazısı;
Fotoğraf Yarışmaları, Fotoritim Panel Yazısı; Fotoğraf Eleştirmenliği, Fotoritim Editoryal Derleme Yazısı;
Fotoğrafları ile birçok karma sergilere katılmış, projelerde yer almış, değerlendirme ekiplerinde bulunmuştur. Örnekler:
AFSAD 13. Ulusal Fotoğraf sergisi katılım; AFSAD 14. Ulusal Fotoğraf sergisi katılım; Sağlıkçı Ressamlar ve Fotoğrafçılar Sergisi, 2002; GAP’ta Kadın ve Çocuk Fotoğraf Sergisi; Sınır Tanımaz Fotoğrafçılar Grubu Karma Fotoğraf Sergisi; Yaşlanmak Fakat İhtiyarlamamak Ulusal Fotoğraf Yarışmasında Jüri Üyeliği; Fotoğrafa Yolculuk 40 fotoğraf 40 yazar- Fotoğraf ve Hikaye Kataloğu; AFSAD 25. Yıl Fotoğraf Sergisi-Doksanbeş100seksen; Kompozit Atölyesi Fotoğraf Sergileri; AFSAD Yıl Sergisi- Yalnızlık.
Halen fotoğraf üzerine yazmaya, üretmeye ve fotoğraf sanatı, kuramı ve felsefesi üzerinde düşünmeye, öğrenmeye devam ediyor.
1960 doğumlu. Gazi Üniversitesi, Eğitim Enstitüsü ve İktisat Fakültesi mezunu. Fotoğraf çalışmalarına (1981) AFSAD’da başladı. Yönetim Kurulu Üye ve Başkanlığı, Danışma Kurulu ve Yayın Kurulu üyeliklerinde bulundu. Fotoğraf sempozyumu düzenleme çalışmalarında yer aldı. Atölye çalışmaları ve jüri üyeliklerinde bulundu. Ortak sergilere katıldı, gösteri ve söyleşiler yaptı. Çeşitli mecralarda yazıları yayınlandı. Kavramsal biçimde çalışmalar yapan Göğer’in “CFC”, “Gıyabında”, “Polaroid Kadınlar”, “Red”, “Telden Şeyler” ve “Blackbrush” adlı kişisel sergileri bulunmaktadır. Fotoğrafın beraberinde heykel denemeleri de yapmaktadır. Artcamera’da fotograf ve grafik çalışmalarını profesyonel olarak sürdüren Göğer için daha fazla bilgi www.ibrahimgoger.net adresinden edinilebilir.
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni bitirdikten sonra profesyonel meslek hayatını halkla ilişkiler ve iletişim alanında sürdürdü; resmi ve özel değişik kurumlarda yöneticilik ve danışmanlık yaptı. 1983’te AFSAD kursları ile başlayan fotoğraf macerası 1986’da dernek üyesi olması ile kimlik kazandı. AFSAD’da çeşitli dönemlerde; Yönetim Kurulu Üyesi, Basın-Halkla İlişkiler Sorumlusu, FOTOGRAF Dergisi Yayın Kurulu Üyesi, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Koordinatörü, Başkan Yardımcısı, Başkan (iki dönem), Danışma Kurulu Üyesi, Fotoğraf Değerlendirme Kurulu Üyesi, Belgesel Fotoğraf Atelyesi Eğitmeni, Temel Fotoğraf Eğitim Seminerleri Eğitmeni gibi görevleri üstlenmeye gönüllü oldu ve çeşitli organizasyonlarda seçici kurullarda görev aldı.
AFSAD Ulusal Fotoğraf sergileri, ulusal ve uluslararası düzeyde kişisel ve karma saydam gösterileri ve karma fotoğraf sergilerinde katılımcı olarak yer aldı.
1989’da Atatürk Barajı Urfa tüneli inşasını gerçekleştiren Akpınar Şirketler Grubu ve AFSAD işbirliği ile gerçekleştirilen "Suya Özlem" konulu fotoğraf sergisi çalışmasında katılımcı fotoğrafçı oldu.
1990’da Ankara Büyükşehir Belediyesi ile AFSAD’ın ortaklaşa gerçekleştirdiği "Havagazı Fabrikası Belgeseli" fotoğraf sergisi çalışmasına katıldı.
1991’de Kazakistan Alma-Ata’da düzenlenen Türk İhraç Ürünleri Fuarı’nda açılan sergi ile AFSAD ve Türk fotoğrafını tanıtmak için görev aldı.
1993’te Hollanda’nın Utrecht kentinde Utrecht Belediyesi ile ortak açılan "Kadınca Hamam" konulu serginin organizatörlüğünü yaptı, ayrıca düzenlenen açılışta katılımcı fotoğrafçı ve AFSAD temsilcisi olarak yer aldı.
1995’te AFSAD’ca hazırlanan "Memleketimden İnsan Manzaraları" konulu fotoğraf sergisinin Hollanda Utrecht’te, Utrecht Belediyesi sponsorluğunda sergilenmesinde organizatör, katılımcı fotoğrafçı ve AFSAD temsilcisi olarak görev aldı.
1995-2013 yılları arasında, AFSAD-GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı işbirliği ile gerçekleştirilen; "Bir Fırat Öyküsü", "Sözümüz GAP Üstüne", "GAP’ta Kadın ve Çocuk", "GAP’ta 10 Yıllık Birikim" konulu belgesel fotoğraf çalışmalarında aktif fotoğrafçı olarak yer aldı ve "GAP’ta Kadın ve Çocuk" konulu Fotoğraf Sergisi’nin Proje Sorumluluğunu yürüttü.
2007’de, DAKP-Doğu Anadolu Kalkınma Programı kapsamında Van Valiliği ve AB işbirliğinde yürütülen, Bölge illerindeki projeleri fotoğrafladı ve projenin tanıtımı ve anlatımı için hazırlanan kitap ve dergilerin fotografik danışmanlığını yaptı.
2010’da Çin Halk Cumhuriyeti’ne çağrılı olarak giden fotoğrafçılar arasında AFSAD’ı temsilen yer aldı ve fotoğraflarıyla karma sergiye katıldı, kişisel saydam gösterisi sundu.
Yaşam amacı; hiç durmadan farklı coğrafyalara, farklı kültürlere yolculuk, özü insan olan yeni keşifler, paylaşımlar ve dünya vatandaşı olmak...
Mustafa Ertekin 1994’dan beri AFSAD üyesi olup 1994-96 yılları arasında Yönetim Kurulu’nda yer aldı. AFSAD’da çeşitli sorumluluklar almış olan Ertekin, 1995-2000 yılları arasında yapılan GAP-AFSAD projelerinde fotoğrafçı ve proje sorumlusu olarak yer almıştır.
Bir fotoğraf eğitmeni, fotosafari rehberi ve serbest fotoğrafçı olan Mustafa Ertekin, 2011’den beri AFSAD Yönetim Kurulu Başkanı’dır.
“Kimdir? Ne amaçlar? Neden yapar? Bugüne kadar neler yaptı? Ne yapacak?” gibi sorularını yanıtlamaya çalışırken imdadına Simyacı’dan tanıdığı Paulo Coelho yetişti: “Herkesin içini doldurması gereken kişisel bir efsanesi vardır. Başkalarının sizi desteklemesi, eleştirmesi, görmezden gelmesi ya da hoş görmesi önemli değildir. Bunu yaparsınız çünkü bu sizin dünyadaki kaderiniz ve mutluluk kaynağınızdır.“
“Rahibin yakasındaki haç,
Ulu caminin alemi
Mezopotamya’da bir buğday tanesi
Davut Selim’de kırık leblebi
Kaburganın bademi…
Kentte gezerken geceleri
Karşımda gece denizdeki gemi
Bir kulağımda reyhani
Diğer kulağımda Emin Arabani
Dudaklarımda Akif’in güftesi
Boynumda fotoğraf makinem
Çantamda steteskobum, tansiyon aletim
Sevdamın kaynağı Mardin, Sevgim Dünyaya insana…”
Nureddin Özdener 1969’da Mardin’de doğdu. İlk, orta ve liseyi burada okudu. 1987-1993 yılları arasında İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde Tıp tahsili gördü. Prof. BERKARDA’nın öğrencisidir. 8 yıl Mardin’de hekimlik yaptı. Fotoğraf çekti. Belgeledi. Fotoğraf gösterilerinde bulundu. Fotoğraf sergisi açtı. Önce AFSAD sonra AFAD üyesi oldu. AFAD yönetiminde yer aldı. “Mardin’de Oxford vardı da okumadık mı?” demedi. Cambridge’e, Johns Hopkins’e gitti.
Olga Eker ÖZDENER ile evli, Efe ve Elifnaz’ın babası.
Fotoğraf onun için yaşam biçimi.
Ankara’da, 1961’de doğdu. Orta ve lise eğitimini tamamladıktan sonra çeşitli kuruluşlarda kimya teknisyeni olarak çalıştı. İlk resim eğitimini Ankara Resim ve Heykel Müzesi’nde aldı. Daha sonra Azeri asıllı ressam Mövsüm Oruçov atölyesinde devam etti. Fotoğrafa ilgisi ağabeyi Ali Köse sayesinde başladı. AFSAD’da temel eğitim, Doğanay Sevindik belgesel ve güneş baskı atölyelerine katıldı. AFSAD’da açılan karma fotoğraf sergilerinde yer aldı. Odun kömürü işçileri, dökümcüler, kentsel dönüşüm, kırsal yaşam konusunda çalışmaları bulunuyor.
1955’de Adana’da doğdu. 1977’da AFSAD (Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği) kurucuları arasında yer aldı.
1980’e kadar DİSK-Genel İş Sendikası Foto Film Merkezi’nde çalıştı. 1999 Marmara Depremi’nden sonra Dayanışma Gönüllüleri’nin Fotoğrafçı Çocuklar Atölyesi’nde çalıştı. 2000’da FV (Fotoğraf Vakfı) kurucuları arasında yer aldı. 2005’de Nar Fotoğraf Ajansı kurucuları arasında yer aldı.
Seyahatname yazıyor, çeşitli dergi ve gazetelerde yazıları ve fotoröportajları yayınlanıyor. Uzun yolculuklara çıkıyor.
KİTAPLARI
1. Ahşap Fanus - İran Yolculuğu - Sarı Otobüs 1 - Agora Kitaplığı, İstanbul 2005
2. Mavi Çöl - Pakistan Yolculuğu - Sarı Otobüs 2 - Agora Kitaplığı, İstanbul 2005
3. Namaste - Hindistan Yolculuğu - Sarı Otobüs - Agora Kitaplığı, İstanbul 2007
4. Sagarmatha Eteklerinde - Nepal Yolculuğu - Sarı Otobüs 4 - Agora Kitaplığı, İstanbul 2005
5. Naure Çarkı - Suriye Yolculuğu - Sarı Otobüs 5 - Agora Kitaplığı, İstanbul, 2006
6. Belgesel Fotoğraf ve Fotoröportaj - Agora Kitaplığı, İstanbul 2007
7. Atların Denizi - Moğolistan Yolculuğu Sarı otobüs 6 - Agora Kitaplığı, İstanbul 2009
8. Bir Seyyahın Kaybolma Kılavuzu - Yolcular İçin El aynası 1 - Agora Kitaplığı, İstanbul 2010
9. Magrip En Uzak Batı - Fas Yolculuğu- Sarı Otobüs 7 - Agora Kitaplığı, İstanbul 2013
ORTAK KİTAPLARI
Sefername I - Der: Orhan Kural, Gezginler Kulübü Yay. İstanbul 2000
Sefername II - Der: Orhan Kural, Gezginler Kulübü Yay. İstanbul 2003
Sahibini Arayan Barış - Der: Masis Kürkçügil Everest Yay. İstanbul 2002
Habercinin El Kitabı - Der: Sevda Alankuş Gazetecilik ve Habercilik İPS İletişim Vakfı Yay. 2003
Çocuklarla Fotoğraf (Mehmet Kaçmaz ile birlikte) FV yayınları, İstanbul 2004
Yedi Deniz Beş Bucak - Gezi Edebiyatı Seçkisi - (Der: Alpay Kabacalı) - Dünya Kitapları İstanbul 2004
Merhabarev - İstanbul - Erivan (Fotoğraf Albümü) Nar Kitapları, İstanbul 2006 (Mehmet Kaçmaz, Tolga Sezgin, Kerem Uzel, Serra Akcan, Ruben Mangasaryan, Anahit Hayrapetyan, Nelli Shismanyan, German Avagyan, Karen Mirzoyan ile birlikte)
1961’de Zonguldak’ta doğdu. ODTÜ Ekonomi Bölümünden 1983’te mezun oldu.
Fotoğraf çalışmalarını 1988’den beri amatör olarak sürdürüyor. 1990’da tanıştığı AFSAD’a (Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği), 24 Aralık 1991 tarihinde üye oldu.
1992-93 döneminde Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundu. AFSAD tarafından düzenlenen 4.Fotoğraf Sempozyumu (1992) düzenleme kurulunda görev yaptı. Türkiye Fotoğraf Sanatı Federasyonu’nda (TFSF) 2007 – 2013 yılları arasında üç dönem Yönetim Kurulu üyesi olarak çalıştı. Ayrıca; Doğa Araştırma ve Sporları Kulübü (DASK) tarafından, ilki 1995’de düzenlenen ve yurdumuzun farklı yörelerindeki doğal güzelliklerin belgelenmesini amaçlayan “Doğada Görüntü Avcılığı (DOGAY)” fotoğraf yarışmalarının düzenleme kurullarında görev yaptı.
1998’de ayrıntı adını verdiği bir kişisel sergi açtı.
AFSAD’ın Güney Doğu Anadolu (GAP) Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile birlikte, bölgedeki değişimin belgelenmesi amacıyla, ortaklaşa yürüttüğü projeler kapsamında hazırlanan; "Bir Fırat Öyküsü" (1995), “Sözümüz GAP Üstüne" (1996), "GAP’ta Kadın ve Çocuk” (1997), “Fırat’a Karışan Hayat Hayata Karışan Fırat” (1998) ve “GAP’ta 10 Yıllık Birikim” (1999) sergilerinde yer aldı. Ayrıca; 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 depremlerinin yarattığı felaketi belgeleyen ve 11 fotoğrafçının çalıştığı "Sadece Fotoğrafı" adlı sergiye katıldı.
Serpil Yıldız ile birlikte yürüttüğü AFSAD Belgesel Atölye’nin ilk ürünü olan "Ankara’da Bir Mahalle" adlı çalışma 2004’te sergilendi. Bunu 2011’de, 5 yıllık bir çalışmanın ürünü olan "Me Romis Sinom (Ben İnsanım)" adlı sergi izledi. Yurt içinde ve dışında çeşitli sergi ve gösterilere katıldı, çeşitli yarışmalarda ödüller aldı. Sayısal fotoğraf teknolojisi öncesinde ağırlıklı olarak saydam çalışıyordu.
Fotoğraf sanatına ilgisi 80’li yılların sonunda başladı. Birkaç yıl AFSAD’da, Görüntü Duvar Gazetesi ve çeşitli etkinliklerde gönüllü çalıştı. Bu dönemde yalnızca fotoğraf izleyicisi oldu. Ekim 1991’de fotoğraf çekmeye başladı; 1994’te AFSAD üyesi oldu. AFSAD’da 1994’ten başlayarak, Sempozyumlarda ve çeşitli etkinliklerde Organizasyon Kurulu üyeliği; AFSAD Yönetim Kurulu üyesi (4 dönem); AFSAD-GAP Projeleri’nde katılımcı fotoğrafçı, proje yürütücüsü; AFSAD Başkanı (2 dönem), Danışma Kurulu, Fotoğraf Değerlendirme Kurulu, Fotoğraf Dernekleri Çalışma Kurulu temsilciliği gibi görevler üstlendi. AFSAD Ulusal Fotoğraf sergileri, çeşitli belgesel çalışmalar, ulusal ve uluslararası düzeyde karma sergi ve saydam gösterileri ve sergilere katıldı; kişisel saydam gösterileri yaptı. Fotoğrafın kendi amacı dışında kullanımına işaret eden “Poster Fotoğraflar”, 1999 Depremlerinin ele alındığı “Sadece Fotoğrafı”, Sığınmacıların sorunlarına işaret eden “Bekleyiş…”, “Sığınmacı Hayatları” gibi ortak sergiler dışında, kişisel olarak “Van Bien (İyi gidiyorlar)” konulu Küba sergisi (İstanbul, Adana, Halfeti) açtı ve yine Küba’yı temel alan farklı temalarla (örn: Havana’da 1 Mayıs) pek çok saydam gösterisi yaptı. Cüneyt Göksu ile birlikte yazdığı bir kitabı (Küba, Sarı Sıcak Bir Pencere) bulunuyor.
Fotoğrafları çok sayıda gazete ve dergide yayınlanan Yıldız, TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi’nde ve NTV Bilim’de bilim yazarlığı yaptı, bu sırada fotoğraf yazıları da yazdı. Yıldız’ın Selim Aytaç’la birlikte şef olarak yürüttüğü Belgesel Atölye’nin ilk ürünü “Ankara’da Bir Mahalle” adlı çalışmaydı. Me Romis Sinom [Ben İnsanım] adlı 5 yıllık çalışmaysa bu ikilinin ikinci ürünü. Fotoğraf alanında düzenlenen yarışmalara hiç katılmayan Yıldız genellikle toplumsal belgesel, belgesel, nadiren de deneysel fotoğraflar çekiyor. Hacettepe Üniversitesi mezunu bir Fizik Mühendisi olan Serpil Yıldız serbest bilim yazarlığı, editörlük, fotoğrafçılık, fotoğraf eğitimiyle uğraşıyor ve Atılım Üniversitesi’nde Öğretim Görevlisi olarak çalışıyor.
SERGİ SALONLARI
KURUMLAR
BASIN ODASI
Tarih | Yayın | Haber Adı |
28.01.2014 | PİRSUS HABER | Güneydoğu İnsanının İnançlarını Fotoğrafladılar |
26.01.2014 | HABER 3 | “Güneydoğu’da İnançlar-İnanışlar” Fotoğraf Sergisi |
25.01.2014 | MYNET TV | “Güneydoğu Anadolu’da İnançlar ve İnanışlar” Fotoğraf Sergisi - ANKARA |
28.01.2014 | SABAH | Amin/Amen sergisi Cer Modern’de açıldı |
26.01.2014 | OBJEKTİF HABER | Güneydoğu İnsanının İnançlarını Fotoğrafladılar |
25.01.2014 | PLATİN HABER | “Güneydoğu Anadolu’da İnançlar Ve İnanışlar” Fotoğraf Sergisi |
26.01.2014 | HABER UFKU | Güneydoğu insanının inançlarını fotoğrafladılar |
FOTOĞRAF SERGİSİ İSTANBUL’DA
“GÜNEYDOĞU ANADOLU’DA İNANÇLAR VE İNANIŞLAR”
GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı ve AFSAD-Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği’nin işbirliğinde gerçekleştirilen, Güneydoğu Anadolu’da İnançlar ve İnanışları işleyen AMİN-AMEN Fotoğraf Sergisi 3 Aralık 2014 Çarşamba günü İstanbul’da açılacak.
İBB Taksim Cumhuriyet Sanat Galerisi’nde (MAKSEM) fotoğrafseverlerle buluşacak serginin açılışına çok sayıda fotoğrafsever ve davetli de katılacak. Açılıştan önce, Sergi’yle aynı adlı, kırkbeş dakikalık Multimedya Gösterimi galası da The Marmara Otel’de gerçekleştirilecek.
13 YILA YAYILAN PROJE
AFSAD’ın GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı’nın desteğiyle yürüttüğü altıncı; Bölge’de yaptığı yedinci çalışma olan ve 13 yıllık bir zamana yayılan Güneydoğu Anadolu’da İnançlar, İnanışlar Projesi bugüne dek ülkemizde yürütülen en uzun soluklu fotoğraf projelerinden biri oldu. Sergi, Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği üyeleri olan; A. Kadir Ekinci, Asuman Ergüney, Aynur Ülker, Dilek Bal, Doğanay Sevindik, Erol Büyükyazıcı, Gülser Günaydın, İbrahim Göğer, Mehtap Yıldız, Mustafa Ertekin, Nureddin Özdener, Orhan Köse, Özcan Yurdalan, Selim Aytaç ve Serpil Yıldız’ın fotoğraflarından oluşuyor. Sergi’de, 758 fotoğraf 104 panoda sunuluyor.
Proje Yöneticiliği’ni Serpil Yıldız’ın, Sergi Küratörlüğü’nü İbrahim Göğer’in yaptığı bu belgesel fotoğraf projesinin ilk sergisi, 25 Ocak - 9 Şubat 2014 tarihleri arasında Ankara CerModern Sergi Salonu’nda açılmıştı.
Amin-Amen Fotoğraf Sergisi; 3 – 16 Aralık 2014 tarihleri arasında İBB Taksim Cumhuriyet Sanat Galerisi’nde, Pazar günleri dışında, 10:00-19:00 saatleri arasında sanatseverlerin izlenimine açık olacak...
Multimedya Gösterisi: THE MARMARA OTEL Taksim Meydanı, Beyoğlu/İstanbul; 3 Aralık 2014 Saat: 18:30
Açılış Resepsiyonu ve Kokteyl: İBB TAKSİM CUMHURİYET SANAT GALERİSİ (MAKSEM) İstiklal Caddesi No:2 Taksim, Beyoğlu/İSTANBUL; 3 Aralık 2014 Saat: 19:30
Tarih | Yayınlayan | Küpürler |
12.12.2014 | AGOS GAZETESİ | Gazete küpürünü görmek için tıklayınız |
05.12.2014 | BİZİM ANADOLU GAZETESİ | Gazete küpürünü görmek için tıklayınız |
08.12.2014 | DÜNYA GAZETESİ | Gazete küpürünü görmek için tıklayınız |
09.12.2014 | HİZMET GAZETESİ | Gazete küpürünü görmek için tıklayınız |
08.12.2014 | HÜRRİYET GAZETESİ | Gazete küpürünü görmek için tıklayınız |
02.12.2014 | TARAF GAZETESİ | Gazete küpürünü görmek için tıklayınız |
11.12.2014 | TİCARİ HAYAT GAZETESİ | Gazete küpürünü görmek için tıklayınız |
ZİYARETÇİ DEFTERİ
İLETİŞİM